16 Mayıs 2015 Cumartesi

Bilbao: Bask Bölgesinin güzel şehri



Bilbao İspanya’nın kuzeyinde, denize yakın sayılabilecek bir noktada kurulmuş, gayet güzel ve şık bir şehir. Bask Bölgesinin en büyük şehri ve başkenti. Bilbao ziyaret etmeye değen bir şehir. Bilbao’nun yakın çevresindeki şehirleri gezdikten sonra Portekiz tarafına da gidebilirsiniz veya Fransa sınırındaki şehirleri görmek de isteyebilirsiniz. Bilbao’da tarihi ve kültürel bir gezi de yapabilirsiniz, gurme veya deniz seyahati olarak da değerlendirebilirsiniz.

Bilbao’ya gitmeden önce yalnızca turistik yerlerini tespit edip ziyaret etmek yetmez. Bilbao’nun siyasi önemini de anlamak seyahatinizi daha anlamlı kılacaktır. Bask halkı İspanya ile Fransa sınırları içinde yaşayan bir halk. Latin halklarına dahil değil. Bölgenin en eski, yerli halkı olduğu düşünülüyor. Kendilerine Euskadi diyorlar. Dilleri de Latin dillerine hiç benzemiyor. Çok farklı, gizemli olduğu iddia edilen bir dili var.



Bask bölgesi yıllarca şiddet olayları ile bilindi. ETA uzun süre İspanya başta olmak üzere her iki ülke de bağımsız bir ülke kurmak için mücadele etti. ETA aslında Franco diktatörlüğü dönemindeki mücadelesi ile genel İspanyol halkında da belli bir sempati yaratsa da demokrasiye geçişten sonra milliyetçi yönü daha ön plana çıkması bu sempatiyi azaltmış. Sonrasında silahları bıraktı ancak halen siyaseten aktif. Buna karşın Bask milliyetçiliği gayet kuvvetli ve yalnızca ETA ile de sınırlı değil. Şiddeti reddeden çok sayıda Bask milliyetçisi parti ve sendika faaliyet gösteriyor. Yerel parlamentoda da çoğunluğa sahipler. O nedenle şiddeti protesto eden büyük mitinglerde ayrılıkçı, milliyetçi düşüncelerin eleştirildiği düşünülmesin.

Bask bölgesindeki özerk yapı Katalonya’ya göre daha ileri düzeyde. Örneğin özek yönetimin kendi polisi var. Şehirde iki farklı üniformalı polis göreceksiniz. Biri Bask bölgesine özgü bir kasket takıyor, bu özerk yönetimin, Basklıların polisi. Diğeri ise İspanya devletinin polisi. İnsanlar sorun yaşadıklarında istedikleri polisi çağırabiliyorlar. Bask dili de yaygın şekilde kullanılıyor.



Yakın dönem siyasi tarihi sizi yanıltmasın, şehir gayet güvenli ve oldukça temiz.

Bilbao zengin bir şehir. Coğrafi konumu, deniz kenarında olması, Fransa ile sınır olması gibi etkenler zenginliği sunmuş ancak 70’li yıllara kadar ciddi bir yoksulluk yaşadıktan sonra bir atılım yaparak bu zenginliğe erişmişler. Yine de milliyetçiler daha zengin olabileceklerini ama İspanyol devletinin izin vermediğini öne sürüyorlar.



Bask halkı cana yakın bir halk. Sorununuz olduğunda yardım eden, gülümseyen bir halk. Bizdeki gibi tanıştıklarında şap şap iki yanağınızdan öpüyorlar. Köşe başlarında yaşlı ihtiyarları Bask kasketleri kafalarında sohbet ederken görmek mümkün. Artık birbirlerine devrimcilik anılarını mı anlatıyorlar bilemiyoruz. Halk oyunları giysileri de bizimkilere yakın, beyaz ağırlıklı ve elde mendil halaya yakın. Kasketleri de bizim kasketleri andırıyor. Yoksa Bask halkı ile akraba mıyız?

Bilbao’ya ulaşım rahat. THY’nin düzenli seferleri uzun zamandır yapılıyor. Uygun fiyata bilet bulmak da mümkün.



Bilbao gurme şehri olarak biliniyor. Şehirde çok güzel restoranlar bulmak mümkün. Deniz ürünlerinde yeni tatlar keşfedebilirsiniz. Mesela bize siyah soslu bir balık getirmişlerdi. Siyah sosun kaynağı ise mürekkep balığı. Balığın mürekkebi sos olmuş. Biraz garip geldi ama tadı fena değildi. Denemeye değer.



Bilbao şehir merkezine girerken sağ tarafta ünlü Guggenheim müzesini göreceksiniz. Bu müze dünya çapında meşhur, ilginç mimarisi ile önemli sergilere ev sahipliği yapıyor. Müzenin ardından geniş bir cadde (Gran Via) göreceksiniz. Bu caddede sağa bükülürseniz şehrin modern tarafını göreceksiniz. 

Biz bu cadde üzerinde bir otelde kaldık. Bu cadde üzerinde çok sayıda ünlü markanın mağazaları da alışveriş için sizi bekliyor. Ama Bilbao pek ucuz bir şehir değil, bu akılda tutulmalı.



Sola doğru giderseniz şehrin eski-tarihi bölgesine (Casco Viejo) gidebilirsiniz. Bu yönde tramvay ve metro da çalışıyor, yürüyebileceğiniz gibi toplu ulaşım araçlarını da kullanabilirsiniz. Eski şehirde uzun uzun ara sokaklarda gezmek keyif verecektir. Eski şehrin ortasından geçen nehrin (Nervion Nehri) kenarında yürümek de hoşunuza gidebilir. Bu nehrin denize açılan ağzı da şehir merkezine yakın. Ara sokaklarda gayet hoş, çok sayıda kafe, restoran ve mağaza göreceksiniz. Plaza Nueva Meydanı da eski şehirde yürürken karşınıza çıkacak. Bu meydan da oturup kahve içmeye değer bir yer.


Bilbao’ya ziyaretinizden güzel anılarla memnun bir şekilde döneceksiniz. Bu güzel, şık ve kaliteli şehri seveceksiniz.

13 Mayıs 2015 Çarşamba

Barselona Barselona

Park Guell

Barselona popülerliğini hiç kaybetmeyecek bir şehir. Katalanların başkenti ve İspanya’nın önde gelen ticaret ve turizm şehri. Güzel bir şehir, ancak yazın belli ki çok sıcak oluyor, bahar aylarında gitmekte fayda var. Biz Ocak ayının sonunda gittik, biraz riskli sayılabilir ama şansımıza hava çok güzeldi, yürüyerek şehri gezmek için idealdi. Bir de bu dönem turist yoğunluğunun en az olduğu dönem olduğu için de kalabalık görece az sayılabilir.

Havalimanından şehir merkezine otobüsler var, taksi de kullanılabilir ama taksilerin valiz başına ekstra para talep ettiğini ve şoförlerin trafiği gerekçe göstererek yolu uzatabileceğini unutmamak gerekir.

Biz La Rambla Caddesinin ortalarına denk düşen bir alt paralel sokaktaki bir otelde kaldık. Her yer yürüme mesafesindeydi. La Rambla Caddesi esasında yaya yolu. Caddenin iki ucunda kaldırım gibi araçların tek sıra halinde geçebilecekleri bir araba yolu da mevcut. Caddeden aşağıya doğru yüründüğünde denize, yukarı doğru yüründüğünde şehrin ana meydanı Plaza Cataluña’ya çıkılıyor. 

Kristof Kolomb Heykeli

Cadde üzerinde çok sayıda kafe ve restoran yer alıyor. Tabii turistik fiyat çekildiğini hal tavırlardan anlıyorsunuz. Paella denilen bizim bulgur pilavının üstüne et, tavuk veya deniz ürünü ekleyip servis edip kişi başı 20 euro alıyorlar. İki kişi bulgur yemeği yiyip 40 euro vermek insanı biraz “üzüyor”. Tapas denilen küçük mezeler veya sütlaç bizim bildiğimiz yemeklerden ama tatları biraz farklı. Tabii bunda yüzyıllarca Arapların yönetimi altında kalmalarının etkisi var. İnsanların görünümleri, müzikleri ve dillerindeki birçok kelime de Müslüman-Arap etkisini koruyor.

Barselona planlı bir şehir, yol yön bulmak çok rahat. Diğer birçok Avrupa şehrinde olduğu gibi bariz bir eski şehir-yeni şehir ayrımı yok. Bu da gezilecek mekanları şehrin farklı köşelerine dağıtmış oluyor. Modern şehrin tarihi zaten yeni, 19. Yy.da inşa edilmiş ve ünlü bir Katalan tarafından planlanmış, bu açıdan Avrupa’nın ilk örneklerinden. Birbirlerine paralel, ızgara şeklinde sokaklar ve sokakları büyük bir X harfi olan kesen iki büyük cadde. Metro, otobüs ve füniküler seferleri de çok sık olduğu için ulaşım da gayet rahat.

La Rambla caddesi

Barselona’da hırsızlık vakaları meşhur, bilhassa plajda çok sık yaşanıyormuş. Ancak biz yaşadığımız memleket sebebiyle bu tür atraksiyonlara karşı deneyimliyiz. Çok rahat hareket etmemek gerekir. Dikkat seviyesi İstanbul ile aynı seviyede olsun yeterli olur.

Barselona Katalan milliyetçiliğinin kalesi. Bunu şehirde gezerken hissetmek mümkün. Balkonlara asılan Katalan bayrakları en bariz göstergesi. Özerkliği ve yerel parlamentosu olmasına ve zengin bir bölge olmasına karşın ayrılıkçı hareketler kuvvetli.

Kale
Barselona’da uzun plajlar var ve denize elbette girilebilir. Ancak kalabalık ve hırsızlık vakaları denize girme konusunda cesaret kırıcı olabilir. Bu durumda Barselona yakınlarında Sitges kasabasını ziyaret edebilir, şehri gezebilir ve bol bol güvenli şekilde yüzebilirsiniz. Sitges’le ilgili ayrıntılı bir tanıtım yazımızı bloğumuzda bulabilirsiniz.

Barselona aynı zamanda alışveriş için de çekici bir şehir. Bilhassa tekstil ve moda ürünleri açısından çok seçenek sunuyor. Ülkemizde de çok mağazası olan İspanyol tekstil-moda markalarını Barselona’da her köşe başında bulmak mümkün ve fiyatları da daha uygun. Bizim açımızdan daha lüks sayılabilecek Zara Barselona’da daha sıradan bir marka görünümünde. Mağazalar her zaman dolu ve örneğin marketten süt, yumurta alıp, geçerken Zara’dan elbise alan teyzeleri kasiyer sırasında görmek mümkün. Ayrıca ülkemizde mağazası olmayan ve pek bilinmeyen başka İspanyol markalarını da keşfedebilirsiniz.

Casa Battlo
Barselona’nın geniş bir alana yayılmış olması nedeniyle şehri gezmek için en azından 3-4 gün ayırmak ve her gün bir bölümünü planlayıp gezmekte fayda var. Katalunya Meydanı şehrin merkezi, geniş bir meydan ve her gün Meydandan başka bir yöne doğru hareket edip şehri keşfedebilirsiniz.

La Rambla Caddesi ne paralel bir alt sokakta Gotik Mahallesini gezebilirsiniz. Bu bölge daha tarihi bir mahalle, dar sokaklar arasında küçük avlular ve konaklar yer alıyor. Ramblas’ı da Gotik Mahallesini de İstanbul ile karşılaştırmak mümkün ama beklediğimizden küçük, dar bir alanı kapladığını fark etmek bizi şaşırtmıştı. Gotik Mahallesinde yer alan St Mary of the Sea Katedrali de ilginizi çekebilir. Biz katedralin önünde dans gösterisi yapan bir grubu izleyen büyük bir kalabalıkla karşılaşmıştık. İnsanlar coşkuyla dansçıları alkışlıyor, dansçılar da ilgiden memnun tüm figürlerini göstermeye çalışıyordu. Gösteri bitip de dansçılar para toplamaya çıkınca o büyük kalabalık 3 saniyede yok oldu, herkes dağıldı, dansçılar da biz de şaşkınlığa düştük ve anladık ki İspanya’da kriz var.

Las Ramblas’ın Katalunya Meydanı tarafında ünlü gıda pazarı La Boqueria’yı da kısaca gezebilirsiniz. Çok bir özelliği olmamasına karşın meyve yemek ve meyve suyu içmek için birkaç kez uğradık.   

Casa Mila
Denize doğru indiğinizde Kristof Kolomb’un heykelini ve Marinayı göreceksiniz. Tabii bu, meseleye nereden baktığınıza bağlı bir durum. Kolomb kimileri için kahraman bir maceracı ve ülkenin zenginliğine en büyük katkıyı sunan kişi, kimileri için de başbelası bir sömürgeci. Bu bölgede ayrıca gökdelenvari binalar da karşınıza çıkacak. Uzun da bir plaj mevcut. Biz burada çok zaman geçirmedik.

Plaza de Cataluñya’dan Diagonal Caddesine doğru yürüdüğünüzde şehrin daha zengin bir bölgesini görmüş olacaksınız ve burada daha lüks mağazalar karşınıza çıkacak. Bu yolda yürüyerek Gaudi’nin eserlerini de görmek mümkün. Casa Battlo ve Casa Mila ilginç mimari yapısıyla dikkatinizi çekecek. Buralara giriş paralı ve bize biraz pahalı geldi. Dışarıdan seyretmekle yetindik. Çok daha kapsamlı müzelere daha uygun bilet fiyatlarıyla girdiğimiz için biz de tepkimizi koymuş olduk.

La sagrada familia
Gaudi hem İspanya açısından hem de Katalan ulusal kimliği açısından önemli bir figür. Casa Battlo, Casa Mila, La Sagrada Familia ve Park Güell gibi eserleri zaten Barselona’ya giden herkesin ziyaret ettiği yerler. Bu eserlerinde Gaudi’nin doğacı sanat anlayışına tanık olunuyor. Örneğin La Sagrada Familia katedrali Casa Mila ve Casa Battlo’ya yakın bir konumda, katedralin kulelerine bakarak yolunuzu bulabilirsiniz. Sütunlar ağaç şeklinde yapılmış. Park Güell’deki yapıların bazıları mağara şeklinde. Casa Battlo ve Casa Mila’da rüzgar ve dalga izleri görülüyor. Doğal yaşama dair referanslar ön plana çıkıyor.

La Sagrada Familia Katedrali bitmiş bir yapı değil. Halen inşaat halinde. Yavaş yavaş tamamlamaya çalışıyorlar. Önünde uzun bir kuyruk var ve sizi bilet alıp içeriyi görmekten caydırabilir. Bu nedenle internetten alıp gitmek zaman kazandıracaktır. İnternetten bilet alanlar engel olmadan içeri girebildiler. Avrupa’yı gezerken, özellikle de Vatikan ve Notr Dame Katedrali gezildiyse katedral gezmeye ilginin azalması muhtemeldir. Ancak La Sagrada Familia farklı bir mimari ekole dahil olmasıyla ilginizi çekecektir.

Park Guell
Gaudi’nin eseri olan Park Güell’e katedralden yürüyerek ve bir tepeyi tırmanarak ulaşmak mümkün ama araçla da gidebilirsiniz. Burası yapıldığında halka kapalı, aristokratların yaşadığı bir bölgeymiş. Sonradan halka açılmış. Geniş bir tepelik alan ve içinde çeşitli binalar ve heykeller ile ilginizi çekecektir. Buraya bir öğleden sonrasını ayırmak gerekir. Ayrıca terasından çok güzel bir şehir manzarası izleyebilirsiniz.

Barselona’da ziyaret edilmesi gereken bir diğer ilginç yer de Yahudi Dağı, Mont Juic. Burası gizli bir cennet gibi, şehre tepeden hakim bir noktada inşa edilmiş, yine sıradan halkın girmesinin mümkün olmadığı bir mahalle. Geniş bir bölge ve içinde çok sayıda konak, saray ve tesisler yer alıyor. Yürüyerek gezmek zor, bir araçla görmekte fayda var. Buraya merkezden füniküler ve teleferik ile çıkmak mümkün. Burada çok güzel konaklar, bahçeler, kimsenin kırmadığı fıskiyeler, parklar yer alıyor. Şehrin sıcaklığından kaçmayı da mümkün kılan bu bölgede yaşamanın ayrıcalık olduğu çok net şekilde anlaşılıyor.

Mont Juic'ten Barselona
Barselona’ya ve Akdeniz’e tepeden bakan bir diğer yer de kale. Teleferik ile çıkabileceğiniz kalenin içini gezmenin yanı sıra manzarası da gayet güzel.

Barselona denilince futbol kulübünden bahsetmeden olmuyor. Stadyum gezisi yapılabildiği gibi kulüple ilgili hediyelik eşyaları her yerde bulmak mümkün. Biz stadyuma gitmeyi tercih etmedik ama La Rambla’da yürürken Messi’yi spor arabasıyla geçerken gördüğümüz için bu açığı kapattığımızı düşünüyoruz.

Gotik Mahalle
Barselona popülerliğini hak eden bir şehir. Ancak şehirden keyif almak için sizin de şehir gibi planlı olmanızda fayda var. Önceden program yapmak, rahatça gezmek için uygun bir seyahat süresi belirlemek, bazı giriş biletlerini önceden almak, gün gün ziyaret edilecek yerleri planlayıp ona uymak gibi şartları yerine getirirseniz yani Barselona’ya çalışırsanız o da size mutlu anılar sunacaktır.



11 Mayıs 2015 Pazartesi

İsviçre’nin iki klas şehri: Zürih ve Basel

Zürih Gölü

İsviçre zaten başlı başına klas bir ülke. Zenginliği, temizliği, düzeni, hizmet kalitesi ile ender bulunan ülkelerden. Hem de oldukça güzel. Dağlar, göller, nehirler, ormanlar ile doğa harikaları her an karşınıza çıkıyor. Ülkenin sahip olduğu refah ve doğaya verdikleri önem ile insanı şaşırtıyor. İsviçre’nin bu özelliklerine tanık olmak için ziyaret edebileceğiniz iki şehirden biri başkent Zürih ise diğeri ülkenin sanayi başkenti olan Basel.

Blogumuzda İsviçre'yi ziyaret üzerine genel not ve gözlemlerimizi ayrı bir yazıyla ele aldık. http://seyyahpusulasi.blogspot.com.tr/2015/03/isvicre-hakknda-notlar.html Bu yazıya da göz atılmasını öneriyoruz.

Zürih


Hem İsviçre’nin hem de küresel finans-kapitalin başkenti Zürih’e gezmeye gelmek tam da bu nedenle kolay bir iş değil. Çapulcu hemen fark edilir. Ucuza sandviççi bulsan, tren garında kuruvasan kahve içeceğim desen dahi en az 10 frankın gider. Bunu bilerek Zürih’e gelmek gerekir.

Nehir kenarı

Ama Zürih çok güzel bir şehir, çok temiz, çok kaliteli. Paralı gitmenin dışında bir şartla tabii. Pazar günü Zürih’e gitme hatasına düşülmemeli. Koskoca ülkenin başkenti dememek lazım, sanki küçük bir kasaba gibi Pazar günü açık bir yer bulunamaz. Gerçekten bulunamaz, kahve içecek, su alacak bir yer dahi yoktur. Belki tren garında bir büfe veya belki şehir içinde açık birkaç uluslararası kahve zinciri. Pazar günü şehirde kimse yok. Diğer 6 gün gitmekte fayda var. Cumartesi de şehrin daha erken kapandığını unutmamak gerekir.



Zürih keşfetmesi kolay bir şehir. Yürüyerek her yere gidilebilir. Başlangıç noktası genellikle merkez tren garı: Bahnhof. Tren garından Avrupa’nın her yerine düzenli seferler bulabilirsiniz. Trenler dakik ve hizmet üst kalite. Ancak tren biletleri çok pahalı. Ya internetten almak lazım ya da bizim bir seyahatimizde yaptığımız gibi interrail alıp istediğimiz kadar trene binme hakkına kavuşmak gerekir.

Tren garının önünden başlayan cadde (Bahnhof Strasse) sizi Zürih Gölü’ne kadar götüren bir alışveriş caddesi. Yürüyerek gezmeyi tercih edebilirsiniz veya yorulduysanız caddenin ortasından geçen tramvaya da binebilirsiniz. Bu caddede lüks mağazaları inceleyebilirsiniz. Cadde üzerinden Sprüngli adlı meşhur pastanede güzel tatlılar yiyebilirsiniz.

Zürih Gölü

Zürih’te çok güzel, lüks restoranlar bulacaksınız. Özellikle göl kenarında çok hoş restoranlar var. Zürih para sorunu yaşamıyorsanız hizmet kalitesi ile sizi memnun edecek. Özel bir İsviçre mutfağından bahsetmek pek mümkün değil sanırsak ama her mutfağa ulaşmak da mümkün.

Caddeyi doğrudan dimdik gezmek yerine yan sokaklara girip keşfetmek hoşunuza gidebilir. Bir alt paralel yola inip Limmat Nehri kenarında da yürüyebilirsiniz. Bahnhof caddesi de, nehir kenarındaki yol da sizi Zürih Gölü’ne çıkaracak. Zürih Gölü büyük bir göl, vapurla göl gezisine çıkılabilir. Hava güneşliyse gölün etrafı yürüyenlerle, gölde yüzenlerle, kuğulara yem verenlerle doluyor.

Zürih’in merkezini kısa sürede gezmek mümkün. Alışveriş veya yeme-içme için ayıracağınız zamana, programınıza göre Zürih ziyaretinizi uzatabilir veya kısa tutabilirsiniz. Ama bir araçla Zürih Gölünün etrafında gezmek de iyi gelecek. Gölün etrafında çikolata fabrikalarını önünden geçerken harika kokuları burnunuza çekebilir, hatta girip alışveriş yapabilirsiniz. Veya daha sakin bir bölgesinde göle girebilirsiniz. Göl kar sularından beslendiği için biraz serin ve çok temiz. Gölün temizliğine özel önem verildiği belli. Etrafı şehir, kasaba ve fabrikalarla çevrili olsa da Zürih Gölü tertemiz.

Zürih Gölü'nde yüzmek

Zürih’te dolaşırken gruplar halinde gençler eğlenerek yanınızdan geçebilir. Ortalarında bir kız veya erkek, üstünde genellikle beyaz bir kıyafet olur ve kıyafetin üstünde kare halinde çizimler ve her karenin içinde bir fiyat yazılır, bu arkadaşların o akşam veya ertesi gün düğünleri vardır ve isteyenler üzerindeki karelerden herhangi birini ücretini ödeyerek kestirebilir, zamanla arkadaşımız çıplak kalmaya başlar, bu grubunu ve çevresindekileri daha da coşturur. Amaç toplanan parayla daha fazla içki içmektir. Ücret karşılığı soyunma konusunda ilerleme kaydetmiş gençler gördük ama tamamen soyunacak parayı kazanana rast gelmedik. İlgünç gelenekler…

damat adayı

Basel: ana ulaşım üssümüz




Basel uzun bir süre Avrupa’ya seyahatlerimiz için başlangıç noktası oldu. Şehirde çok sayıda Türkiyeli göçmen yaşadığı için (özellikle Erzincanlılar ve Maraşlılar) Türkiye’den çok sık uçak bulmak mümkün, bu nedenle oldukça ucuza bilet almak da olasılık dahilinde. Dahası Basel Havalimanı Fransa ve Almanya ile de sınır olduğu için Fransa (Mullhouse) ve Almanya tarafında yaşayanlar için de kullanılmakta. Havalimanına indiğimizde ilgimizi çeken dışarıya açılan üç kapının üç ayrı şehri işaret etmesiydi. Yani bu kapı İsviçre’ye, şu kapı Almanya’ya, bu da Fransa’ya açılıyordu.

Ren Nehri Basel

Basel’e bilet imkanlarının çok olmasının yanı sıra Basel’den trene atlayıp hem İsviçre içinde hem de Almanya, Fransa ve İtalya yönlerinde seyahat edilebilir. Biz Paris’e de Roma’ya da Basel’den trenle gitmiştik.

Basel İsviçre’nin sanayi şehri. Bilhassa büyük ilaç ve kimya fabrikaları var. Zürih ve Cenevre kadar turistik değil, belki de sanayisinden ve göçmen nüfusundan dolayı diğer iki şehre nazaran daha konuksever bir şehir.

Tepeden Basel

Basel’in eski şehri (alt stadt) nehrin iki yakasında yer alıyor. Eski şehrin sokaklarında dolaşabilir, alışveriş yapabilir ve Ren Nehri kenarındaki kafelerde zaman geçirebilirsiniz.

Basel klasik Alman şehirlerine Zürih ve Cenevre’ye nazaran daha fazla benziyor. Nehir kenarında eski şehir (altstadt), Belediye binası (Rathouse), kilise (Munster), tren garı (Bahnhof) ve bunları içine alan alışveriş caddeleriyle şehrin merkezi gezilmiş oluyor. Basel yürüyerek gezilebilir bir şehir ve her tarafta yön tarif eden plakalar size yardımcı oluyor.

Almanya tarafı

İsviçre Almanya’ya göre daha pahalı olduğu için İsviçreliler, bilhassa da göçmenler Almanya tarafına geçip alışverişlerini orada yapabiliyorlar. Yine Almanya tarafında güzel dondurmacılar var, ziyaret edebilirsiniz. Almanya’dan sipariş edilen pizzalar İsviçreli pizzacıları rahatsız ettiği için sınırdaki görevliler son dönemde kuryelere engel çıkarıyormuş. Geçmesini engellemesi mümkün değil ama evrak vb sorma bahanesiyle kuryeleri durdurup siparişin geç ve soğumuş olarak teslim edilmesine neden oluyorlarmış.




8 Mayıs 2015 Cuma

Roma: mutluluk kaynağı

Vatikan'dan Roma şehri

Roma balayı şehrimiz. 4 gün boyunca altını üstüne getirdiğimiz, çok mutlu olduğumuz, çok sevdiğimiz bir şehir. Roma’yı görüp mutlu olmamak zaten zor olsa gerek.

Tarihteki İkinci Roma olan İstanbul’dan ilk Roma olan İtalya Roma’sına birçok seyahatimizde olduğu gibi İsviçre’den trenle geçtik. İsviçre’den trenle yolculuk gayet güzel manzaralar eşliğinde Alp dağlarını aşarak, göllerin kenarından geçerek, ovaları aşarak mümkün oluyor. İsviçre-İtalya sınırında tren değiştiriliyor ve bir anda disiplinli İsviçre’den Akdenizli İtalya’ya geçtiğinizi anlıyorsunuz.

Roma’da uygun otellerin olduğu tren garının oradaki Termini denilen bölgede bir otelde kaldık. Burası şehir merkezinin biraz dışında. Ama Roma’nın her yeri tarihi ve görmeye değer olduğu için tren garından itibaren şehri gezmeye başlamak mümkün.



Roma içinde ulaşım için iki yolu seçtik. Bilhassa akşam saatlerinde Termini’den taksiyle Aşk Çeşmesi veya İspanyol Merdivenlerine gittik. Taksiler genelde 5-6 euro tuttu. Oradan gezmek istediğimiz mekanlara yürüdük. Veya şehirde çok sık tur atan hop on-hop off otobüs şirketlerinden birinden bilet aldık ve otobüsle gitmek istediğimiz yerlere bu sayede ulaştık. Aslında pek ekonomik sayılmaz bu otobüsler ama Roma’da ihtiyacı tam olarak karşılıyor. Birincisi görülmesi gereken her yeri ziyaret ediyor. İkincisi açık havada çevreyi seyrederek gezmek gayet keyifli. Ayrıca birkaç gün geçerli olduğu için seyahat süresince bir daha para ödemiyorsunuz, istediğiniz kadar kullanabiliyorsunuz. Son olarak da istenilen yerden inilip istenilen yerden binilebileceği ve her 10 dakikada bir geldiği için Kolezyum’dan ayrılıp Vatikan’a gitmek ve orası bitince tekrar otobüse atlayıp İspanyol merdivenlerine gelmek gayet rahat.

Biz Eylül sonlarında Roma’daydık ve hava gayet güzeldi. Yazın çok sıcak olabilir, bu nedenle bahar ayları daha uygun olabilir. Fiyatlar diğer İtalyan şehirlerine göre bir nebze pahalı ama Avrupa ortalamasının üzerinde değil. Zaten yemek için pizza, makarna olmazsa olmaz gibi. Dondurmayı ihmal etmemek gerekir, ayrıca ev şarapları da sürekli eşlik etmeli. Bir de Roma’nın suyunu için, yolda yürürken çeşmelerden su içmeyi ihmal etmeyin, içme suyu güzel ama bazı çeşmelerden akan su ayrı lezzetli. Oradaki suyu şişenize doldurup yürümeye devam edin.

Aşk Çeşmesi

Restoranlarda özel bir ilgi, özel bir temizlik, kibarlık beklemeye hiç gerek yok, hiç canınızı sıkmayın, İtalyanlar rahat, memleket Akdeniz, her yer tarih, her yer düzensiz; tüm bu özellikler bize oldukça yakın, akışa bırakın kendinizi, rahat olun, keyfinize bakın... Zaten tüm ilgisizliğe, düzensizliğe, restoranın masa örtüsünden çatal bıçağa kadar sıradanlığına, verilen pizza ve makarnaya rağmen hissettiğiniz romantizmin sebebi şehrin sizi de içine alan havası.

Roma’da ziyaret edilmesi gereken yerler elbette çok. Bu yerleri zaten görürsünüz, her yerde yol işaretleri var, ulaşım rahat, şehir güzel ama Roma’da sokaklarda hesapsızca, plansızca gezin, ara sokaklara girin, serbest olun. Tarihi binaların arasında dolaşın, ellerinde market poşetleriyle evlerine giden Romalıları seyredin, şehri hissetmeye çalışın.

Kolezyum

Sizi kalabalık rahatsız edebilir, her yerde sırayla karşılaşabilirsiniz ve İtalyanların sıraya girmemek veya sıraya kaynak yapmak için tüm girişimlerini memleketten deneyimli olduğunuz için fark edersiniz. Gerek duyarsanız uyarın, baktınız olmuyor siz de takılın peşlerine…

Roma’nın tarihi çok eskilere dayansa da aslında modern bir şehir. Kapitalizmin-modernitenin erken dönemlerinden günümüze gelen 18.-19. yy. ağırlıklı binalar çoğunlukta. Antik Roma’dan kalma eserler ve binalar oldukça kısıtlı bir alanda duruyor. Belki de mevcut şehrin altı halen keşfedilmeyi bekliyor veya savaşlarda-yağmalarda yakılıp yıkıldığı için geriye pek bir şey de kalmamış olabilir. İkinci Roma olan İstanbul’da ve ülkemizde birçok şehirde Antik Roma döneminden kalma çok daha fazla eser görebilirsiniz. Bu nedenle Roma’ya geldiğinizde tarihi arka-plan olarak Antik Roma’nın cumhuriyet ve imparatorluk dönemlerinden çok Rönesans Roması ile karşılaşacaksınız.

Capitol Tepesi

Roma’da dünyaca ünlü moda markalarının tarihi binalarda esnafvari dükkanlarda hizmet etmesi garip gelebilir. Küçücük bir dükkanın tabelasında çok ünlü bir markanın ismi yer alabilir. İtalyan olmayan moda markaları da şehirde var ama az ve şehrin belirli bir köşesinde toplanmış. Gitmek isterseniz firmaların poşetlerini taşıyan kadınların geldiği yöne doğru yürüyebilirsiniz.

Roma’da çok müze var ama zaten şehrin kendisi müze. O kadar çok heykel var ki bir süre sonra sıradanlaşıyor. Tek tek incelemenin anlamı kalmıyor. Şöyle bir bakıp geçmeye başlıyorsunuz. O kadar çok heykel görüyorsunuz ki sonraki seyahatlerinizdeki heykeller dahi ilginizi çekmeyebiliyor. Ancak siz yine de ücretsiz dağıtılan şehir rehberi, harita gibi broşürlerdeki müze bilgilerini okuyun, ayın belirli günleri halka açık olan veya ücretsiz olan yerler var, fırsattan yararlanırsınız. Mesela İtalyan Parlamentosu ayda bir kapısını turistlere açar ve ücretsiz rehberlik hizmeti sunarmış, bir baktık ki meğer o gün bizim gittiğimiz günmüş. Hemen gittik ve İtalyan Meclisinin her yerini gezmiş olduk.

Roma sokakları

İspanyol Merdivenleri çiçeklerle süslendiği zaman güzel, biz oradayken çiçekler yoktu, o kadar ilgimizi çekmedi. Oradan güzel sokaklardan yürüyerek Aşk Çeşmesine inebilirsiniz. Aşk Çeşmesi (Trevi) uzun uzun incelenmeyi gerektirecek detaylara sahip bir heykel, bu arada dondurmanızı da bitirebilirsiniz.  Ama çok kalabalık. Fotoğraf çektirmek için çok uğraşsanız da illa ki fotoğrafa giren birileri oluyor, baş başa kalmak mümkün olmuyor. Ama tabii şanslı iseniz her şey mümkün. Belirli saatlerde Aşk Çeşmesinin temizlenmesi için polisler kalabalığı meydandan çıkartıyor ve görevliler etrafı 5 dakikada temizliyor. Bu esnada polisi ikna ettik ve evlilik cüzdanımızı tutarak, polisin geriye ittiği yüzlerce insanın gözü önünde baş başa fotoğraf çektirebildik, nikahtaki gibi alkışlarla karşılandık…

Oradan yürüyerek devam ettiğinizde her köşede başka bir meydan, başka bir tarihi yapı göreceğiniz için ağır ağır yürümek, bolca fotoğraf çektirmek gerekecek. Her birinin ismini tek tek yazmaya gerek yok, siz de yüzlerce yerin ismini ezberlemekle ve kendinizi strese sokmakla uğraşmayın. Şehrin mantığını çözdüğünüzde zaten karşınıza çıkacaklar, karşınıza çıktığında gider adını, anlamını, tarihini okursunuz.

Biz Aşk Çeşmesinden yürüyerek meclise ve oradan devam ederek Piazza Navona’ya gitmekten çok memnun kaldık. Akşam yemekleri için Piazza Navona’yı birkaç kez tercih ettik. Burası etrafı binalarla kapalı bir meydan, içinde Dört Nehir Çeşmesi yer alıyor. Burayı filmlerde de bolca görmüşsünüzdür. Meydanın çevresinde restoranlar, ressamlar yer alıyor. Akşam vakti gayet güzel bir ortam sunuyor.

Kolezyum

Şehrin antik bölümü ayrı bir gezi programını hak ediyor. Bunlar içinde en meşhuru Kolezyum. RomaPass kartını aldığınızda gezebileceğiniz iki müzeden biri için burayı tercih edebilirsiniz. Kolezyum etkileyici bir mekan, çok ayrıntı var, özenli gezmekte fayda var. Zaten her yerde bilgilendirme notları mevcut. Kolezyum’un bahçesini de gezebilirsiniz, bahçede stant açman göçmenlerden ufak, ucuz hediyelik eşyalar alabilirsiniz. Biz Nepalli bir kardeşimizden Venedik maskesi ve ufak eşyalar aldık.

Antik Roma’nın merkezi ise Roma Forumu denilen bir bölge. Geniş bir alan, antik dönemden kalma, ülkemizde de bolca bulunan bir antik kalıntılarla dolu bir yol. İçinde müzeler de yer alıyor. Buradan tepeye doğru çıkınca Capitol Tepesine varacaksınız. Burada çeşmeden güzel, lezzetli bir su için, Capitol Tepesindeki heykelleri inceleyin, merdivenlerde soluklanın. Tepenin diğer tarafında ise Piazza Venezia ve Vittoria Emanuele 2 Abidesi yer alıyor. Görkemli bir bina, havada şahlanmış atlarla etkileyici bir görüntüsü var ve şehrin her yerinden görülebiliyor.

Piazza Venezia

Roma’da gezilecek bir diğer bölge ise Vatikan. Tiber Nehrinin kıyısında biraz gezindikten sonra Vatikan’a girebilirsiniz. Girişte Kutsal Melek Kalesinin yanından geçeceksiniz. Vatikan’ın meşhur, televizyonda bolca gördüğünüz meydanına giriş yaptığınızda heykelleri, ayrıntıları göreceksiniz. Aziz Petrus Bazilikasının içini gezdikten ve İsviçreli muhafızların da içinde yer aldığı fotoğraflar çektikten sonra bilet alarak kulenin en üstüne çıkabilirsiniz. Kulenin tepesine yürüyerek çıkmak yorucu ama tepeye vardığınızda önce çeşmede suyunuzu içip elinizi yüzünüzü yıkadıktan sonra harika bir manzara ile karşılaşacaksınız. Buradan hem Roma’yı hem Vatikan Meydanını hem de turistlere açık olmayan diğer binalarda olup bitenleri gözlemleyebilirsiniz.  


Aziz Petrus Bazilikası

Roma ziyaret edilmesi gereken bir şehir. Geçerken uğramak değil uzun uzun gezmekle anlaşılabilir. Roma’nın havasını içinize çekin, şehrin ruhuna dahil olun, keyfinize bakın: mutlu olacaksınız.


7 Mayıs 2015 Perşembe

Paris: bir sefer yetmez…



Notre Dame Katedrali'nden Paris 

Paris, belki de dünyanın en güzel şehri. İnsanı içine çeken, yoran ama sevdiren, kendisine bağlayan bir şehir. Bir kez gitmek yetmez, ama iki veya beş sefer gitmek de yetmeyecektir. Bir süre sonra insanın Paris’e gidesi gelir. Bu açıdan İstanbul’a benzer.

Paris’te en az 3-4 gün zaman geçirmek gerekir. Ama 3-4 gün de kesinlikle yetmez. Bu tür kısa seyahatlerde ya bir yerden diğer yere koşturmakla gününüz geçer ve her şeyi görmüş olmak için görürsünüz, her şeye bir bakar geçersiniz veya zaten belirlediğiniz bir amaçla gidersiniz, mesela müzeler olabilir, bir kutlama olabilir, sonra amacınız yerine gelince geri dönersiniz, ta ki bir dahaki sefere kadar.

Paris’e ilk ve belki ikinci gidildiğinde dahi turist olarak gezmek ayıplanmamalıdır. Bir müzeden diğerine, saraydan katedrale, Eyfel’den alışveriş caddelerine derken her yeri görmek, oraya gitmedim dememek için yoğun bir plan yapmak küçümsenmemelidir. Belki de bu bir şart, ilk gidildiğinde Paris hakkında genel bir bilgiye kavuşmak, diğer gidişlerde ise daha özel programlar yapmak belki de doğal sayılmalı.

Ancak sonraki gidişlerde koşturmanıza gerek kalmayacak. Yine önemli noktaları görürsünüz ama istediğiniz yerlerde daha fazla zaman geçirirsiniz, özel bir temanız olur, örneğin çocukla tatile dair bir plan yaparsınız, veya müzeleri gezmeye yoğunlaşırsınız ya da belirlediğiniz restoranlarda gurme turu yapabilirsiniz, Paris’in yakınındaki semt ve kasabaları görmek isteyebilirsiniz.

Eyfel Kulesinden Paris gecesi
Paris’e şu ana kadar 4 sefer gittik ve anlaşıldığı üzere yine Parisimiz gelmiş. Bir fırsat oluştursak da gitsek diyoruz. İlkinde uçakla, ikisinde İsviçre’den trenle, sonuncusunda da yine İsviçre Basel’den arabayla Paris’e doğru yola çıktık. Elbette trenle de şehirlerin, ovaların arasından çevreyi seyrederek gezmek güzel ama arabayla gitmenin keyfi daha farklı. Ancak arabayla yolculuk şayet paralı otobanlardan gitmezseniz zevkli olur. Navigasyonunuz yan yollardan, köylerden, kasabalardan sizi geçirerek Paris yolunu tarif ederken siz de Fransa’nın birçok köyünü, kasabasını görmüş olursunuz. Yolda istediğiniz yerde durup dinlenmek, ihtiyaçları almak veya bir şeyler yemek de seyahate canlılık katar. Ancak Paris’in içinde arabayla gezmek pek anlamlı değil. Arabanızı varsa otelinizin otoparkına, yoksa yakındaki bir yeraltı otoparkına bırakın ve dönüşe kadar da arabanızı kullanmayın. Paris’te hem trafik çok hem park yeri yok hem de şans eseri park yeri bulsanız da önünüze ve arkanıza park etmek için arabanıza vurmaları yüksek bir ihtimal. Paris’te birçok arabanın önü ve arkası vurulmuş, zedelenmiş.

Paris’in ünlü metrosu zaten her yere rahatlıkla ulaşmanızı sağlıyor. Metro haritasını okumak biraz zaman alabilir ama haritayı bir kez çözdüğünüzde gidemeyeceğiniz yer yok. Tabii metrosu ünlü olsa da bu ün güzelliğinden değil. Gayet kirli ve kokan metro hatları var.  

Concorde Meydanı'dan Seine Nehri ve Eyfel

Paris’te Fransızca ve Fransızlarla ilişki konusu biraz sorun olabilir. Fransızların İngilizce konuşmak istememesi, kendi dillerinde konuşma ısrarı meşhur. Ancak Paris sadece bir turistik şehir değil. Her yıl milyonlarca turist geliyor olsa da turist çekme sorunu olmayan, salt turiste odaklı bir ekonomisi olmayan bir şehir ve Paris’te belki de turistten bıkmış Parisli bir nüfus var, çalışan, okuyan milyonlarca insan var. Bu nedenle yolda birini doldurup yol sorduğunuzda yardımcı olmak istemeyebilir. Şehrin her tarafı ziyarete değer olduğu ve özel izole bir turistik bölge olmadığı için turist odaklı bir esnaf ilgisi beklememekte yarar var ve bizce bu gayet güzel bir durum.

Ayrıca birkaç kelime Fransızca öğrenmekte fayda da var. Selamlama ve ayrılış cümlelerini ve birkaç basit ifadeyi öğrenmek yararlı olacaktır. Kısa bir Fransızca girişin-selamlamanın ardından birçok Fransız sizle İngilizce konuşmaya devam edecektir. Eğer illa Fransızca da ısrar ediliyorsa siz de İngilizce konuşmak için kendinizi zorlamayın, siz de Türkçe konuşun, zaten el kol hareketiyle anlaşacaksınız.

Fransız mutfağı da meşhur ama illa ki hoşlanacaksınız diye bir konu yok. Özel bir gurmelik iddianız yoksa çok da zorlamanın anlamı olmayabilir. Ama dil konusunda olduğu gibi yemek konusunu da öncesinde biraz çalışmakta fayda var. Mesela biftek tartar denilen yemek çekilmiş çiğ kıyma, üstüne çiğ yumurta sarısı ve süslü bir tabak, yine etler oldukça kanlı geliyor, iyi pişmiş demekte fayda var. Bu yemeklerle baş edemem diyorsanız o zaman kebapçılar alternatif olabilir.

Şanzelize ve Zafer Takı

Paris illaki hesapladığınız bütçeden fazlasını size harcatacaktır. Bu hostelde kalan için de lüks bir tatil planlayan için de geçerli. Her bütçeye göre otel bulmak da mümkün ve metro sayesinde uzak banliyölerde kalıp merkeze gitmek de rahat. Ancak yine de otelin bulunduğu bölgeyi soruşturmakta fayda var. Biz bir keresinde merkeze yakın uygun bir otelde kalmıştık ancak otelin bulunduğu bölge kafelerde, barlarda açıkça uyuşturucu kullanılan bir yerdi, pek tekin sayılmazdı. Gündüz bir sorun olmamakla beraber pek geç saate kalmamaya dikkat etmek durumunda kaldık.

Genelde Paris’te gezimize Concorde (Barış) Meydanından başlamayı tercih ediyoruz. Burası Fransa’nın ikinci büyük meydanı, hemen Seine Nehrinin yanında, bir tarafında Louvre Müzesi bulunuyor. Seine’in sol yakasında eski bir tren garı olan Orsay Müzesi yer alıyor. Burası aynı zamanda meşhur alışveriş caddesi Şanzelize’nin de başlangıcı. Eyfel Kulesinin de net şekilde görüldüğü meydanda 1900 yılında yapılan 100 mt.lik bir dönme dolap da yer alıyor. Buradan planınıza devam edebilirsiniz.

Gezilecek mekanların önünde her zaman sıra oluyor. Bu nedenle müzelere toplu giriş sağlayan karttan alabilirsiniz veya internetten bilet edinebilirsiniz, bu, size zaman kazandıracaktır.

Mona Lisa'nın karşısındaki tablo

Louvre Müzesi büyük bir müze, bir saraydan müzeye çevrilmiş. Louvre Müzesini gezmek hem orada sunulanları görmek hem de sarayı gezmek anlamına geliyor, güzel bir bahçesi de var. Müzeyi hakkıyla gezmek biraz zor, ama yarım gün ayırırsanız koştura koştura, hızlıca bakıp geçerek bir fikir edinebilirsiniz. Bu artık ilginize kalmış bir durum. Müzede Mona Lisa tablosu meşhur, önünde hep bir kalabalık var ama bizim ilgimizi tam karşısında duvarda boydan boya yer alan tablo daha fazla çekti.

Şanzelize (Champs-Elysees) Caddesi geniş bir alışveriş caddesi. Klasik bir benzetmeyle Bağdat Caddesinin bir benzeri. Bizim çok ilgimizi çekmedi ama bunda turist dolu olması, özellikle de Arap turistlerin yoğun olmasının etkisi olabilir. Cadde uzun bir cadde ve sonunda Zafer Takı var. Bu Tak Fransızların Almanlara karşı zaferi nedeniyle dikilmiş, bu nedenle Hitler Paris’i işgal edince Nazi askerleri de bu Takın altında geçerek şehre girmiş.

Seine Nehri turları da yoğun. Bu da artık zevkinize kalmış. Nehirde tur atarken şehrin önemli ve güzel yapılarını, Özgürlük Heykelini ve Notre Dame Katedralini dışarıdan görebilirsiniz. Ama herkes hoşlanmayabilir.

Notre Dame Katedrali oldukça güzel bir katedral. Burayı görmüş ve Vatikan’ı ziyaret etmişseniz artık Avrupa’da katedral görme isteğiniz oldukça azalacak, zaten en güzellerini görmüş olacaksınız. Notre Dame Katedralinin önünde de çok sıra olduğu için sabah erken gitmek ve biletleri önceden almak zaman kazandıracaktır. Katedralde kuleye çıkmak şehri anlamak için gerekli. Kuleden Paris’in çok güzel bir manzarası var, ayrıca Kuledeki heykeller, özellikle şeytani heykeller ilgi çekici. Filmi, çizgi filmini izlemiş, kitabını okuduysanız katedral gezisi oldukça ilginizi çekecektir.

Paris’te ziyaret ettiğimiz bir diğer yer de Pere-Lachaise Mezarlığı. Mezarlık ziyareti bize garip gelebilir ama bu mezarlık bir açık hava müzesi, heykelleri ile oldukça ilgi çekici. Ayrıca Fransa tarihinin önemli şahsiyetlerinin mezarları da burada. Çok fazla tanıdık bulacaksınız. Ayrıca Yılmaz Güney ve Ahmet Kaya ile Paris Komünarlarını da ziyaret edersiniz.

Versay Sarayı
Eyfel Kulesi de Concorde Meydanından nehir kenarında yürüyerek gidebileceğiniz bir yer. Seine Nehri kenarında yürümek ayrı bir mutluluk kaynağı, bunun hakkını vermek gerekir. Eyfel Kulesi de yine önünde çokça sıranın olduğu bir yer. Burada bilet alıp katlardan birine çıkıp tüm şehri uzun uzun izleyebilirsiniz. Hiç küçümsenmeden, üşenmeden ziyaret edilmesi gereken bir yer.

Biz arkadaşlarımızla buluşmak amacıyla Bastille semtini de gezme imkanına sahip olduk. Burası daha Fransızlara özgü bir bölge, öğrencilerin ve yerel halkın uğradığı çok sayıda restoran ve kafe de var. Buralarda Fransız mutfağını uygun fiyatlarla deneyebilirsiniz.

Versay Sarayının içi

Paris’te gezilecek mekan isimleri saymakla bitmez, biz en çok sevdiğimiz yerleri saydık. Ancak özellikle tavsiye ettiğimiz, bir gün ayırmanız gerektiğini düşündüğümüz yer şehrin biraz dışındaki Versay (Versailles) Sarayı ve sarayın yer aldığı kasaba. Şehre 20 dakika uzaklıkta, trenle rahatça gidilebilir. Hemen Notre Dame’in oradan tren kalktığı için biz sabah katedrali gezip ardından Versay’a hareket ettik. Güzel, şirin bir kasaba. Kasabanın içinde yürüyerek kısa sürede saraya varıyorsunuz.

Sarayın içi ayrı güzel, dışı ayrı güzel. Dışında büyük bir bahçesi, av sahası var. Bu bahçede gezmek, heykelleri, gölü seyretmek sizi dinlendirecek. Sarayın içi de halkı isyan ettirecek kadar görkemli ve büyük. Sarayı gezerken hem kral ile kraliçenin gündelik yaşamını, odalarını görebilirsiniz ki yatak odaları dahil kraliyet ailesinin tüm yaşamı kamuya açıktı, insanların gözü önündeydi hem de dünya tarihinin önemli anlaşmalarını imzalandığı mekanları görebilirsiniz. Tabii geziniz boyunca güzel tabloları ve değerli eşyaları da bolca göreceksiniz. Önce sarayın içini gezmek ardından bahçesinde zaman geçirmek dinlenmenizi ve mutlu olmanızı sağlayacak.

Versay Sarayının bahçesi

Paris’e ilk kez gidiyorsanız sıkı bir geziye, yorulmaya hazır olun. Paris’i görmüşseniz zaten tekrar gitmek isteyeceksiniz. Bu durumda internetten önerileri de dikkate alıp daha özel, temalı bir tatil yapmak Paris’i daha fazla içinize çekmenizi mümkün kılacak.