Makedonya’nın
başkenti Üsküp yurtdışı tatilini yurtiçinde tatil yapıyormuş rahatlığında
yaşamak isteyenler için favori bir şehir. Hem başka bir ülkeyi görüyorsunuz hem
de kendinizi evinizde gibi hissediyorsunuz.
Üsküp’ün
yakınlığı yalnızca 1.5 saatlik uçak yolculuğundan ibaret değil. Sadece vizesiz
ziyaret imkanı sunması da değil. Kültürel ve sosyal açılardan da Balkanlarda
bize en yakın yerlerden biri.
Üsküp görece küçük bir şehir, Makedonya da küçük
bir ülke, gezilecek görülecek yerler sınırlı ama Üsküp’e ziyaret size
gördüklerinizden daha fazlasını vaat ediyor. Sizi yemek, içki, müzik, sosyal
ilişkiler gibi birçok açıdan tatmin ediyor.
Üsküp’e
vizesiz seyahatin mümkün olması, dahası ülkemizde Makedonya kökenli yüzbinlerce
insanın yaşıyor olması İstanbul ile Üsküp arasında uçak seferlerinin hem çok
sık olmasına hem de oldukça ucuza bilet bulmayı mümkün kılıyor. Biz iki sefer
Üsküp’e gittik ve her ikisinde de tek yön bileti 50-70 TL arasında bir fiyata
bulduk.
Üsküp’te
Türklerin yanı sıra Müslüman nüfus içinde Arnavutlar ağırlıklı yer almakta. Ancak
Makedonlar da Arnavutlar da Türkçeyi bir nebze de olsa konuşabiliyor veya
önemli kelimeleri biliyorlar. Makedonya gezimiz sırasında hiç İngilizce
konuşmaya gerek kalmadı, herkesle Türkçe anlaştık.
Makedonya’nın
bir diğer özelliği de bizim için çok ucuz olması. Özellikle yeme içme açısından
en pahalı restoranlarda dahi rahatça yiyip içip kişi başı 20-25 TL verip
ayrılmak mümkün. Taksiler de aynı zamanda çok ucuz. Mesela biz çevre şehirlere
özel taksiyle gidip geldik. 4 kişi bir taksiyle kişi başı 15-20 TL’ye çevre
şehirlere günübirlik gezi yapabilir.
Yeme-içme
anlamında da bizim damak tadımızdan farksız. Bol bol köfte, kuru fasulye,
salata yiyeceksiniz. Et yemekleri de çeşitli. Yemeklerimiz ortak. Yemek isimleri
Yunanistan’la da ortak ama Yunanistan’daki dolma, sarma, cacık gibi ortak
yiyeceklerin tatları bize göre farklı. Oysa Makedonya’da yemeklerin tatları da
bizimkiyle aynı.
Makedonya’nın
şarapları da oldukça meşhur. Zaten Yugoslavya zamanında tüm ülkenin şaraplarını
Makedonya karşılıyormuş. Tikveş bölgesi şarapları öne çıkıyor. Hem çok ucuz hem
de çok lezzetli şaraplar. Ayrıca çok şarap içildiğinde genelde baş ağrısı yapar
ama Makedon şarapları baş ağrısı da yapmıyor. 8-10 TL’ye çok güzel şaraplar
alabilirsiniz. Biz 7-8 şişe aldık yanımızda.
Makedonya’da
dericilik de geliştiği için uygun fiyata güzel ayakkabılar, çizmeler,
kalpaklar, pabuçlar alabilirsiniz. Minik, anahtarlık boyutunca pabuçlar şans
getirdiği için alıp evinize asabilirsiniz.
Makedonya’da
etnik ve dini kimliklerin ayrımları çok net ve bu durum oldukça üzücü. Küçük ve
güzel bir ülkede etnik ve dini ayrımlara göre insanlar arasında gerilimlerin
olması acaba kimlerin işine geliyor? Makedonlar, Arnavutlar, Türkler / Müslümanlar-Hıristiyanlar/
Sünniler-Bektaşiler gibi ayrımlar oldukça net. Bunu şehri ve ülkeyi gezerken de
sembollerden, bayraklardan anlamak oldukça mümkün. Topluluklar kendi içlerinde,
bir arada yaşamakta ve farklı kimlik grupları arasında gerilimler de zaman
zaman ortaya çıkıyor. Hükümet ve bakanlıklar da etnik kimlikler nezdinde
paylaşılıyor. Örneğin Türkler Çalışma Bakanlığını üstlenmiş ancak bu paylaşımın
bozulması halinde ciddi sorunların çıkmasına engel olacak güvence ne kadar
sağlamdır, bu pek net bir husus değil.
Makedonlar
Bulgarcanın bir lehçesini konuşuyorlar. Aslında Makedon ulusal kimliği de
tartışmalı ve görece yakın dönemde oluşturulmaya çalışılıyor. Geçmişi de
Yugoslavya’nın kuruluş dönemine başlıyor ve Makedonlar kendilerini daha net
çizgilerle ayırmaya çalışıyorlar. Ulusal kimlik esas olarak iki temel
varsayımdan yola çıkarak inşa ediliyor. İlk karşıtlık Yunan milliyetçiliği
üzerinden oluşuyor. Bu, antik dönemlere işaret eden, Büyük İskender, Makedon
krallığı ve Helenizm üzerinden şekilleniyor ve Yunanlıların değil kendilerinin
İskender’in torunları olduğu iddia ediliyor. İkinci karşıtlık ise Türk-Osmanlı
tepkisi üzerinden Osmanlı Devletine karşı bağımsızlık mücadelesi veren IMRO (İç
Makedonya Devrimci Örgütü) ve dönemin aydınları üzerinden dile getiriliyor. Ancak
güncel politikada Türkiye-Makedonya ilişkilerinin olumlu seyir izlemesi, çok
sayıda Türk yatırımcının Makedonya’da iş yapması, öte yandan Yunanistan’ın Makedonya’yı
isminden dolayı tanımaması ve izlediği karşıt politika nedeniyle antik döneme
vurgu öne çıkıyor. Yunanistan’da Selanik’in içinde yer aldığı bölgenin de
Makedonya olması ve Helenizmin Yunan kimliği açısından vazgeçilmez olması yeni
bir rakibe tepki duyulmasını sağlıyor. Yunanistan’ın baskısı sonucunda zaten Makedonya’nın
resmi ismi de FYR Macedonia, yani Eski Yugoslavya Cumhuriyeti olan Makedonya.
Bu anlamda
Üsküp’ü gezerken göreceğiniz devasa büyüklükteki heykeller ve yüzlerce daha
küçük çapta heykel bu milliyetçi kimliğin inşasına hizmet ederken dağın
tepesine dikilen devasa Haç da Hıristiyanlığa vurgu yapıyor. Hakim ulusal
kimliğin bu dışlayıcı özelliği Makedonya vatandaşı olan diğer etnik kimlikleri
kapsamayı da engelliyor.
Üsküp şehri
Bu kadar
politika yeter. Üsküp’e şayet Sabiha Gökçen’den uçarsanız indiğinizde
şaşırabilirsiniz, çünkü Üsküp’teki havalimanı Sabiha Gökçen’in bir kopyası,
zaten aynı şirket inşa etmiş. Havalimanından şehir merkezi taksiyle yaklaşık 20
dakika ve 20 euroya gidebilirsiniz.
Biz Bit
Pazarı denilen eski bölgede Hotel Super 8 otelinde kaldık iki seferde de ve
memnun olduk.
Üsküp şehrinin
ortasından Vardar Nehri geçiyor. Vardar Nehrinin bir yakası Müslüman kesimin
yaşadığı Çarşı bölgesi. Burası tipik bir Osmanlı şehri, aynen muhafaza edilmiş,
Türkiye’de dahi bu kadar geniş bir klasik Osmanlı şehri bulmak mümkün değil,
belki birkaç mahalle korunmuş oluyor. Bu bölgede küçük, yoksul evler, minik
esnaf dükkanları ve köfteciler yer almakta, genelde Arnavutlar ve Türkler
oturuyor ve çalışıyor. Pazarlık yaparak hediyelik eşyalar alabilirsiniz.
Vardar Nehrinin
öte yakası ise Makedonların oturduğu ve çalıştığı tipik bir Avrupa şehri. Modern
şehir bu bölgede kurulup genişlemiş. İki bölgeyi ayıran Vardar Nehrinin üstünden
geçen tarihi Taş Köprü de Osmanlının ilk dönemlerinde inşa edilmiş, gayet güzel
bir köprü, bol bol fotoğraf çekilecek bir yer.
Çarşı’dan
Taş köprüyü geçtiğinizde şehrin modern kısmında geniş bir meydan, Makedonya Meydanını
göreceksiniz. Burada dev bir heykel olarak Büyük İskender atının üstünde
şahlanmış vaziyette doğuya yönelmişken sizi karşılayacak. Köprünün Müslüman
tarafında da Büyük İskender’in babası Filip’in dev heykeli de sonrasında inşa
edilmiş. Meydanın etrafında, nehrin iki yakasında ve yeni yapılan diğer
köprülerde onlarca heykeli inceleyebilirsiniz.
Meydanın
ve nehrin etrafında çok sayıda yeni bina da yapılmakta ve şehir merkezinin
görünümü büyük oranda değişiyor. Yeni binalar genelde antik binaları andırır
şekilde sütunlar konularak inşa ediliyor ve tarihi geçmişe referans veriyor. İnşaatlar
devam etse de büyük oranda meydanın düzenlenmesi bitmiş durumda. Yüksek mahkeme, bakanlıklar ve müze işlevine
sahip binalar ve çevresindeki köprüler geceleri ışıklandırıldığında gayet
güzel, hoş bir görüntü oluşuyor.
Çok sayıda
heykel, köprü, antik dönem binalarına göndermede bulunan sıfır kilometre devasa
binalar, ışıklandırmalar, antik döneme referans veren taklar, kapılar ilk başta
size şaşırtıcı ve yorucu gelebilir. Sonuçta Ankara’da belediyenin inşa ettiği
benzerlerine göre gayet kaliteli ve estetik oldukları teslim edilebilir. Zaten heykeller
Floransa’da yaptırılıyormuş. Ancak yoksul bir ülkenin sosyalist dönemde çalışan
fabrikaları kapatılmışken devletin paraları bunlara harcamasını da
garipseyebilirsiniz, bunların hepsini biz de hissettik. Ancak bu harcamaların
bir yanı bahsini ettiğimiz ulusal kimlik inşasına ve tarih bilincinin oluşumuna
hizmet ederken öte yandan politik olarak Avrupa Birliği’ne aday üye olan
ülkenin Avrupalılık kimliğini benimsemesini ve kendisini diğer Yugoslav
devletlerinden ayırmasını sağlıyor. Öte yandan turizmi geliştiriyor ve Üsküp’ün
turistik destinasyonlar içine girmesini sağlıyor. Uluslararası medyada
reklamların da etkisiyle International Herald Tribüne 2015 yılında ziyaret
edilmesi gereken 100 şehir arasında Üsküp’ü de sayıyor ve meydanın görünümü
çekici bir şekilde sunuluyor. Yoksa Üsküp’te görülecek yerler sınırlı. Kültürel
açıdan bize çekici gelse de Avrupalı turist için pek de ilgi çekici bir yer
sayılmaz. Ancak ucuzluğu, meydanın çekiciliği ve yakın çevredeki doğal
güzellikler ile Üsküp de turistlerin ilgi gösterdiği bir şehir halini almaya
başlıyor.
Üsküp’ü
yürüyerek gezmek gerekir. Çarşı kısmını sokak sokak gezersiniz. Çok sayıda
tarihi hamam, cami ve hanı ziyaret edebilirsiniz. Çarşının üst tarafındaki Kale’yi
ziyaret edip Vardar Ovasına kuşbakışı bakabilirsiniz. Kalenin içi genelde
kilitli oluyor. Gezerken çok sayıda kahve ve çay bahçesinde oturup
dinlenebilirsiniz. Taş Köprü’yü geçtikten sonra Meydanın çevresinde
gezebilirsiniz. Çok sayıda otel, bar ve kafe meydanda yer alıyor. Hizmet
kalitesi yüksek, personelin ilgisi gayet iyi. Nehir kenarında yürüyüş yapıp
nehre bakan kafe ve barlarda da zaman geçirebilirsiniz. Veya Meydandan dümdüz
ilerleyip tarihi Tren Garına doğru yürüyebilirsiniz. Trafiğe kapalı yolda
yürürken yine sağlı sollu sıralanan kafelerde, barlarda zaman geçirebilirsiniz.
Biraz ileride sol tarafta Maria Teresa Müzesini ziyaret edebilirsiniz. Maria Teresa
müzenin olduğu evde yaşamış. Yolun sonunda Tarihi Tren Garını göreceksiniz. Artık
burası gar değil, müze, müzenin girişindeki saat 1963’teki depremde durmuş ve
halen o anı gösteriyor. Tarihi Garın yanında da Türk sermayesinin Üsküp’e
hediyesi (!) bir AVM göreceksiniz. AVM’de çok sayıda Türk firmasının dükkanı
yer alıyor. Şehre en tepeden bakmak istiyorsanız dağın tepesindeki Haç’a
(Millenium Cross) çıkabilirsiniz. Sis yoksa tüm ovayı görebilirsiniz.
Matka kanyonu
Üsküp’e
taksiyle 20 dakika uzaklıkta bir doğa harikası. Taksiyle 25 euroya gittik. 3
saat orada zaman geçirdik. Kesinlikle ziyaret
edilmesi gereken bir yer. Biz Ocak ayında gittiğimiz için her yer kardı ve eminiz
ki her mevsimin güzelliği bir başkadır.
Matka Kanyonu
aslında bir baraj gölü. Çok güzel bir nehir, yanında orman ve dağ. Nehrin kenarındaki
dar yolda yaklaşık 1 km küçük bir yürüyüş yolunda ilerliyorsunuz, barajı
geçince nehir bir göle dönüşüyor. Çok soğuk bir su. Kanyonun sonunda güzel bir
restoran var. Burada fiyatlar şehir merkezine göre pahalı, şarap içip, birkaç
meze atıştırılıp zaman geçirilebilir.
Ziyaret ettiğimiz restoranlar
Üsküp gezisi
bizim için bir gurme gezisi oldu. Yemeklerin çeşitliliği, damak tadımızla
ortaklığı ve en güzel restoranda dahi fiyatların gayet uygun olması bizi motive
etti ve her akşamı güzel bir restoranda geçirdik.
Skopski Merak restoranı şehir merkezinin biraz
dışında, taksiyle gidebilirsiniz. Gayet güzel bir restoran. Biz yılbaşı
eğlencesini-yemeğini Merak’ta yaşadık. Yemekler ve servis gayet kaliteliydi,
personel çok ilgiliydi. Müzik çok iyiydi, opera sanatçıları çok güzel Makedonya
türküleri söyledi, zaten çoğu tanıdık türküler. Bizim dışımızda herkes şehrin
yerlisiydi ve çok eğlenceliydi. Bol bol “horon” oynadık ama horonu çok ciddi
bir yüz ifadesiyle oynuyorlar…
Old Housa (Stara Kuki) meydana yakın tarihi bir
Osmanlı-Makedon köşkü. Osmanlı zamanında maliye bakanlığının yeriymiş. Güzel
bir avlu ve bahçe ve klasik bir Osmanlı köşkü. Restoran ama aynı zamanda müze,
Osmanlı döneminin eşyaları sergileniyor. Yemekleri, şarapları gayet güzeldi.
Meydanda
Pelister ve Bistro London da hem akşam yemekleri için hem de bar olarak gayet
güzel mekanlar. Meydanı, insanları izlemek için uygun bir yer.
Tetova (Kalkandelen) – Gostivar
Günübirlik
bir tur olarak 2 taksiye atlayıp Gostivar ve Tetova’yı ziyaret ettik. Yol boyunca
Makedonya ovasını, şirin köyleri seyrederek ülkeyi tanımaya çalıştık.
Gostivar
2 saat uzaklıkta, Türklerin en yoğun yaşadığı ve çoğunluğu Arnavutların
oluşturduğu bir şehir. Şehirde bir saat kulesi var ama başka bir şey yok. Çirkin
yapıların yer aldığı bir şehir. Çok güzel bir nehir geçse de ve şehir gayet
güzel bir hale gelebilirken şehirciliğe hiç özen gösterilmemiş. Burada börek
yiyip kısa süre durup ayrıldık, bu şehri de görmüş olduk.
Tetova Üsküp
ile Gostivar arasında, her iki yere de 1 saat uzaklıkta. Üsküp kadar olmasa da
büyük bir şehir. Büyük bir üniversite de var. Tetova’nın girişinde Harati Baba
Dergahını ziyaret ettik. Burası bir Bektaşi Dergahı. 1538 yılında Kanuni zamanında Mahi Devran
Sultanın ağabeyi tarafından kurulmuş. Yugoslavya zamanında eğlence mekanı,
restoran olarak kullanılmış. Sonrasında yeniden dergah olmuş. 2000’li yılların
başlarında Selefi gruplarla kavga yaşanmış, Ohrid Anlaşması ile çözüm bulunmuş
ancak 2010 yılında Selefi gruplar şiddet kullanarak bazı binaları işgal etmiş. Biz
ziyaret ettiğimizde zikir sesleri duyunca şaşırmıştık, Bektaşiliğe uygun
bulmamıştık, sonrasında bu seslerin Selefi grup tarafından çıkarıldığını öğrendik,
tedirgin olduk. Bu esnada Bektaşi dervişi Abdulmuttalip Bekiri bizi karşıladı,
çok hoş bir Türkçeyle bizi odasına davet etti, ağırladı, sohbet ettik.
Ardından
şehir merkezindeki Alaca Cami’yi ziyaret ettik. İki kız kardeşin yaptırdığı
cami alışılmışın dışında rengarenk süslenmiş. Gayet güzel bir camiydi. Bu iki
tarihi binadan sonra şehirden ayrıldık.
Bir başka
gün de Manastır’ı ziyarete dip Ohrid Gölünde kalmayı düşünüyorduk ancak yoğun
kar nedeniyle yollar kapalıydı ve bunu gerçekleştiremedik.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder