25 Mart 2015 Çarşamba

Farklı bir “ada” deneyimi: Malta



Malta, Akdeniz’in ortasında küçük bir ada ülkesi. İtalya’nın/Sicilya’nın hemen altında, Kuzey Afrika’ya da oldukça yakın. İngilizce İngiliz sömürgesi olduklarından resmi dil. Maltaca ise halkın esas konuştuğu dil. Maltaca Arapçaya yakın, Semitik bir dil. Birçok kelime bize tanıdık. Örneğin merhaba onlarda da merhaba, mrhaba yazıyorlar.


9-12 Nisan 2013 tarihlerinde Malta’nın başkenti Valetta’daydık. Şehir merkezine oldukça yakın, deniz kenarındaki bir otelde kaldık.

Büyük “Türk İşgali”, Britanyalılık ve ulusal kimlik



Malta güzel ve ilginç bir ülke. Ancak karşınızda klasik bir Akdeniz adası bulamayacaksınız. Tarihsel özellikleri ile farklı bir kültür oluşturmuşlar ve klasik bir ada halkı gibi değiller. Bir kere çok dindar bir ülke. Katolik Hıristiyanlar. Küçücük ülkede 365 kilise varmış ki her gün başka bir kilisede ibadet etme şansınız var! 



Muhafazakar bir yapıları var. 1987’den 2013’e kadar milliyetçi parti ülkeyi aralıksız yönetiyor, bu sene Mart ayında yapılan genel seçimlerde İşçi Partisi iktidara ancak gelebiliyor. 


İkincisi, Türk karşıtlığı ulusal kimliklerine işlemiş. Adayı Osmanlı ordusu yüzyıllar önce, 1565’de Kanuni zamanında işgal ediyor ve daha öncesinde Rodos’u Osmanlıya bırakan Şövalyelerin öncülüğünde büyük bir direniş gösteriyorlar ve Osmanlılar ablukayı kaldırarak geri çekiliyor. Bu nedenle Türk işgali/ Büyük İşgal ve sergiledikleri direniş günümüzde de oldukça canlı şekilde ulus inşası sürecinde bilinçlere işlenmiş. 


Yıllarca adalarını sömürge olarak tutan İngilizlere böyle bir tepkinin olmaması bir yana sevgi duydukları, ilham aldıkları, İngilizceyi resmi dil kabul ettikleri, üniversite mezunlarının İngiltere’de iş bulmak için yoğun çaba göstermesi de not edilmelidir ki milliyetçiliklerinin özü daha net anlaşılsın, ki bağımsızlık tarihleri de 1964, oldukça geç. Adanın tarihsel olarak yönetiminde masonların önemli bir rolü olduğunu da yöneticilerin unvanlarından ve tarihi eserlerden anlamak mümkün.





Ayrıca adada geniş kumsallar bulmak pek mümkün değil. Ada kayalık bir yapıya sahip, ancak dahası insan eliyle tamamen askeri savunmaya yönelik şekilde denizle bağlantının devasa kalelerle kesilmesi de ada halkının denizle bağını zayıflatmış. Başkent Valetta ve çevresindeki şehirler büyük, abartılı derecede sağlam kalelerle çevrelenmiş. Bunları öyle sağlam inşa etmişler ki yapıldıktan yüzlerce yıl sonra 2. Dünya Savaşında Alman uçaklarının attığı bombalar ile etki yapmamış. Korku sen nelere kadersin! Dolayısıyla bol bol kale geziyorsunuz.

Başkent Valetta




Başkent Valetta diğer şehirler gibi küçük bir kent. Birbirine paralel iki ana cadde var. Küçük küçük 
dükkanlarla tarihsel yapısı korunmuş. Şehrin merkezini birkaç saatte gezebiliyorsunuz, kumsal olmadığı için günün geri kalanını kumsalda güneşlenerek geçirmek de mümkün değil, otelin havuzu bir seçenek olarak duruyor veya vapura, otobüse atlayıp çevre şehirleri gezebilirsiniz. Diğer şehirler de yapı itibariyle Arap şehirlerine benziyor.


Valetta’da Grand Master’ın (tarihte Malta’nın başkanına verilen unvan) sarayını gezebilirsiniz. Şehrin girişinde sağ tarafta biz gittiğimizde inşa edilen anfi tiyatronun yanındaki sokaktan yukarıya doğru yürüdüğünüzde Başbakanlık ofisini göreceksiniz ve orayı geçince de karşınıza bir park çıkacak. Valetta’nın yüksek bir noktasındaki bu parkın manzarası harikulade. Malta’da olduğunuzu size kanıtlayan manzara ile ülkenin yapısını net şekilde görebiliyorsunuz. Kaleler, kiliseler, birbirine yakın farklı adalar ve yarımadalar bu parktan net şekilde görülebiliyor.

Rabat ve Mdina şehirleri





Malta’ya gitmişken görmeniz gereken, Malta’yı anlamak ve sevmek için kaçırmamanız gereken şehir ise “Sessiz Şehir” olarak da bilinen Rabat ve Mdina. Bizim bildiğimiz Medine. Valetta’dan 1 saate yakın bir araba yolculuğuyla gidilen Mdina ve Rabat ülkenin eski başkenti.


Denizden en uzak yere başkentlerini kurmaları da yöneticilerin ve halkın denizle ilişkisini bizlere gösteriyor.


Mdina, halen yaşam olsa da daha çok turistik bir şehre dönüşmüş ve kuruluşundan bu yana yönetici sınıfın, zenginlerin oturduğu bir şehir olmuş. Ortaçağın tarihsel yapısı aynen korunmakta, dar sokaklarda, oldukça güzel ve şık konakların arasında şehri gezdiğinizde özellikle kapılardaki sanatsal işçilik dikkat çekiyor.





Susuz Ada ve Tavşan Yahnisi



Malta’nın en ciddi sorunlarından biri su. Kurak bir ada. Akarsu yok. Ülkede dağ da bulunmuyor.
Adada yetişen zeytin ve diğer meyveler de susuzluktan kaynaklı daha küçük ve tatları acı. Çok sayıda tavşan olduğu için tavşan yahnileri de oldukça meşhur.

Malta’da şehirler arasında vapurla yolculuk yapabileceğiniz gibi otobüs seferleri de sıkça yapılmakta ve gayet rahat. Ayrıca oteliniz üzerinden veya dışarıda taksilerle anlaşıp ada turu yapabilirsiniz. Bir gün içinde adanın belli başlı şehirlerini ve tarihi yerlerini görmek mümkün. 

Konuksever bir halk


Muhafazakar yapıları sizde önyargılara sebep olmasın. Halkı yardımsever ve konuksever. Çeşitli vesilelerle gezimizden önce tanıştığımız Maltalılar gezimiz sırasında da bizi misafir ettiler, ülkelerini gezdirdiler. Ayrıca dil okulları vesilesiyle Türk öğrencilerinin yoğun olduğu bir ülke.

Zaman azlığı ve ilgimizi pek çekmemesi sebebiyle gece yaşamıyla ünlü birkaç kasabayı ziyaret edemedik.

Ancak Malta kendine has bir ülke olarak, hazır gidiş-geliş imkanları da gelişmişken (doğrudan 2.5 saatle gidebiliyorsunuz ve schengen vizesi oldukça rahat şekilde alınabiliyor) gidip görmekte ve kısa bir tatil için değerlendirmekte fayda var. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder