Malta, Akdeniz’in ortasında küçük bir ada ülkesi. İtalya’nın/Sicilya’nın hemen altında, Kuzey Afrika’ya da oldukça yakın. İngilizce İngiliz sömürgesi olduklarından resmi dil. Maltaca ise halkın esas konuştuğu dil. Maltaca Arapçaya yakın, Semitik bir dil. Birçok kelime bize tanıdık. Örneğin merhaba onlarda da merhaba, mrhaba yazıyorlar.
9-12
Nisan 2013 tarihlerinde Malta’nın başkenti Valetta’daydık. Şehir merkezine
oldukça yakın, deniz kenarındaki bir otelde kaldık.
Büyük “Türk İşgali”, Britanyalılık ve ulusal kimlik
Malta güzel ve ilginç bir ülke. Ancak karşınızda klasik bir Akdeniz adası bulamayacaksınız. Tarihsel özellikleri ile farklı bir kültür oluşturmuşlar ve klasik bir ada halkı gibi değiller. Bir kere çok dindar bir ülke. Katolik Hıristiyanlar. Küçücük ülkede 365 kilise varmış ki her gün başka bir kilisede ibadet etme şansınız var!
Muhafazakar bir yapıları var. 1987’den 2013’e kadar
milliyetçi parti ülkeyi aralıksız yönetiyor, bu sene Mart ayında yapılan genel
seçimlerde İşçi Partisi iktidara ancak gelebiliyor.
İkincisi, Türk karşıtlığı
ulusal kimliklerine işlemiş. Adayı Osmanlı ordusu yüzyıllar önce, 1565’de
Kanuni zamanında işgal ediyor ve daha öncesinde Rodos’u Osmanlıya bırakan
Şövalyelerin öncülüğünde büyük bir direniş gösteriyorlar ve Osmanlılar ablukayı
kaldırarak geri çekiliyor. Bu nedenle Türk işgali/ Büyük İşgal ve
sergiledikleri direniş günümüzde de oldukça canlı şekilde ulus inşası sürecinde
bilinçlere işlenmiş.
Yıllarca adalarını sömürge olarak tutan İngilizlere böyle
bir tepkinin olmaması bir yana sevgi duydukları, ilham aldıkları, İngilizceyi
resmi dil kabul ettikleri, üniversite mezunlarının İngiltere’de iş bulmak için
yoğun çaba göstermesi de not edilmelidir ki milliyetçiliklerinin özü daha net
anlaşılsın, ki bağımsızlık tarihleri de 1964, oldukça geç. Adanın tarihsel
olarak yönetiminde masonların önemli bir rolü olduğunu da yöneticilerin
unvanlarından ve tarihi eserlerden anlamak mümkün.
Ayrıca
adada geniş kumsallar bulmak pek mümkün değil. Ada kayalık bir yapıya sahip,
ancak dahası insan eliyle tamamen askeri savunmaya yönelik şekilde denizle
bağlantının devasa kalelerle kesilmesi de ada halkının denizle bağını
zayıflatmış. Başkent Valetta ve çevresindeki şehirler büyük, abartılı derecede
sağlam kalelerle çevrelenmiş. Bunları öyle sağlam inşa etmişler ki yapıldıktan
yüzlerce yıl sonra 2. Dünya Savaşında Alman uçaklarının attığı bombalar ile
etki yapmamış. Korku sen nelere kadersin! Dolayısıyla bol bol kale
geziyorsunuz.
Başkent Valetta
Başkent
Valetta diğer şehirler gibi küçük bir kent. Birbirine paralel iki ana cadde
var. Küçük küçük
dükkanlarla tarihsel yapısı korunmuş. Şehrin merkezini birkaç
saatte gezebiliyorsunuz, kumsal olmadığı için günün geri kalanını kumsalda
güneşlenerek geçirmek de mümkün değil, otelin havuzu bir seçenek olarak duruyor
veya vapura, otobüse atlayıp çevre şehirleri gezebilirsiniz. Diğer şehirler de
yapı itibariyle Arap şehirlerine benziyor.
Valetta’da
Grand Master’ın (tarihte Malta’nın başkanına verilen unvan) sarayını
gezebilirsiniz. Şehrin girişinde sağ tarafta biz gittiğimizde inşa edilen anfi
tiyatronun yanındaki sokaktan yukarıya doğru yürüdüğünüzde Başbakanlık ofisini
göreceksiniz ve orayı geçince de karşınıza bir park çıkacak. Valetta’nın yüksek
bir noktasındaki bu parkın manzarası harikulade. Malta’da olduğunuzu size
kanıtlayan manzara ile ülkenin yapısını net şekilde görebiliyorsunuz. Kaleler,
kiliseler, birbirine yakın farklı adalar ve yarımadalar bu parktan net şekilde
görülebiliyor.
Rabat ve Mdina şehirleri
Malta’ya
gitmişken görmeniz gereken, Malta’yı anlamak ve sevmek için kaçırmamanız
gereken şehir ise “Sessiz Şehir” olarak da bilinen Rabat ve Mdina. Bizim
bildiğimiz Medine. Valetta’dan 1 saate yakın bir araba yolculuğuyla gidilen
Mdina ve Rabat ülkenin eski başkenti.
Denizden
en uzak yere başkentlerini kurmaları da yöneticilerin ve halkın denizle
ilişkisini bizlere gösteriyor.
Mdina,
halen yaşam olsa da daha çok turistik bir şehre dönüşmüş ve kuruluşundan bu
yana yönetici sınıfın, zenginlerin oturduğu bir şehir olmuş. Ortaçağın tarihsel
yapısı aynen korunmakta, dar sokaklarda, oldukça güzel ve şık konakların
arasında şehri gezdiğinizde özellikle kapılardaki sanatsal işçilik dikkat çekiyor.
Susuz Ada ve Tavşan Yahnisi
Malta’nın
en ciddi sorunlarından biri su. Kurak bir ada. Akarsu yok. Ülkede dağ da bulunmuyor.
Adada
yetişen zeytin ve diğer meyveler de susuzluktan kaynaklı daha küçük ve tatları
acı. Çok sayıda tavşan olduğu için tavşan yahnileri de oldukça meşhur.
Malta’da
şehirler arasında vapurla yolculuk yapabileceğiniz gibi otobüs seferleri de
sıkça yapılmakta ve gayet rahat. Ayrıca oteliniz üzerinden veya dışarıda
taksilerle anlaşıp ada turu yapabilirsiniz. Bir gün içinde adanın belli başlı
şehirlerini ve tarihi yerlerini görmek mümkün.
Konuksever bir halk
Muhafazakar
yapıları sizde önyargılara sebep olmasın. Halkı yardımsever ve konuksever.
Çeşitli vesilelerle gezimizden önce tanıştığımız Maltalılar gezimiz sırasında
da bizi misafir ettiler, ülkelerini gezdirdiler. Ayrıca dil okulları
vesilesiyle Türk öğrencilerinin yoğun olduğu bir ülke.
Zaman
azlığı ve ilgimizi pek çekmemesi sebebiyle gece yaşamıyla ünlü birkaç kasabayı
ziyaret edemedik.
Ancak
Malta kendine has bir ülke olarak, hazır gidiş-geliş imkanları da gelişmişken
(doğrudan 2.5 saatle gidebiliyorsunuz ve schengen vizesi oldukça rahat şekilde
alınabiliyor) gidip görmekte ve kısa bir tatil için değerlendirmekte fayda var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder