14 Ağustos 2015 Cuma

İskoçya’da güneşlenmek

Edinburgh, Eski Şehrin silüeti. 


14-19 Nisan 2015 tarihlerinde uzun zamandır ziyaret etmek istediğimiz İskoçya’ya doğru yola çıktık. 5 günlük gezimizde yalnızca ülkenin en önemli şehirleri Glasgow ve Edinburgh’u ziyaret edebildik. Yeterli mi? Tabii ki hayır. İskoçya’nın yaylalarını, kalelerini, şatolarını, kırsal bölgelerini gezmek de gerekir. Artık bu da bir dahaki ziyaretin bahanesi olsun.

Gezimiz süresince çok şanslıydık çünkü hava günlük güneşlikti. Hatta kraliçenin parkında güneşlenme imkanı bulduk. Yılın çok az kısmında güneş gören İskoçya’da 5 gün güneşi hissetmek ve soğukların bir türlü bitmediği ülkemize yanarak dönmek bir ayrıcalık. Dahası hava serin olmasına karşın güneş çıktığı için çılgınca sevinen İskoçların mutluluğunu ve bir anda ortaya çıkan yazlık kıyafetleri gözlemlemek de oldukça ilginçti. İskoçya’nın sanırım kuzeyde olmasından kaynaklı güneş çıktığında yakıcı olurken gölgede ise birden soğukla karşılaşıyorsunuz. Siz yerlilere bakıp kanmayın, onlar üşüse de güneşten olabildiğince fazla yararlanmak istiyorlar ama bize göre yine de hava gayet serindi.

Arthur's Seat. Sarayın hemen yakınında. İskoçya'da güneşlenmek...

İskoç milliyetçiliğine dair…


İskoçya, bizde Cesur Yürek filmiyle daha yaygın şekilde bilinen bir ülke. Geçtiğimiz sene gerçekleştirdikleri bağımsızlık referandumunda az bir farkla İngiltere’den ayrılmayı reddetseler de ulusal kimliğin güçlü olarak hissedildiği bir ülke. İngiltere’den ayrılmayı istemeyenler dahi bu referandum süreci sayesinde yeni haklar elde ettiler ve İskoçya’nın iç işlerinde yerel parlamentonun yetkisi daha da genişledi. Buna karşın İspanya’da Bask ve Katalan bölgelerinde olduğu gibi İskoç milliyetçiliği bayraklarını ve sembollerini sizi rahatsız edecek kadar gözünüze batırmıyor. Tabii bu bizim düşüncemiz. İskoç bayraklarını, kiltleri, gayda seslerini her yerde görmek ve duymak mümkün ama bunlar belirli bir dozajda ve daha çok turistik amaçla da sergileniyor. İnsanlar hem kendi aralarında hem de sizle İngilizce konuşmaktan imtina etmiyorlar.

Kale'den Eski Şehir


Aslında bunda devletin resmi isminin de etkisi göz ardı edilmemeli. Birleşik Krallık ve Kuzey İrlanda olan devletin resmi ismi Büyük Britanya olarak da kullanılmakta. Ülkemizde ise tüm ülkeden İngiltere olarak bahsetmek yaygın bir durum. Burada bahsi geçen Birleşik Krallık, 1707 yılında Birleşme Anlaşması sonucunda İskoçya ile İngiltere krallıklarının tek bir devlet çatısı altında birleşmesine atıfta bulunuyor. Dolayısıyla İskoçlar yalnızca bir azınlık statüsünde değil, devletin egemenliğinin paylaşımında pay alan bir toplum. Ancak bu birleşme süreci basit olmuyor ve İskoç klanlarının (prensliklerinin veya “aşiretlerinin”) bir kısmı birleşme sürecinin dışında kalıyor ve muhalif bir tutum alıyor. Buna mezhepsel ayrılıklar da eşlik ediyor. İskoç ayrılıkçılığının, tarihteki isyanlarının temelinde bu tarihsel ayrışmanın etkisi görülüyor. Ancak bir bütün olarak toplumun İskoç ulusal bilincine sahip çıktığı göz ardı edilmemeli.


Edinburgh veya Edinbırra


Edinbıra Kalesi


İstanbul’dan Edinburgh’e THY’nin doğrudan uçak seferleri var. Yine de 4 saat 10 dakikalık uçuş biraz fazla. İskoçya’da Türkiyeli göçmen pek olmasa da günde 2’şer karşılıklı sefer yapılması dikkatimizi çekiyor, tabii bunda transit yolcuların ağırlığını gözlemledik. İstanbul üzerinden Pakistan’a ve Çin’e gidenler en azından bizim yolculuk ettiğimiz uçaklarda fazlaydı. Edinburgh Havalimanının kapısından şehir merkezine gidebileceğiniz gibi doğrudan Glasgow’a giden otobüslere binip 1 saatte Glasgow’da da olabilirsiniz. Edinburgh daha tarihi, turistik ve güzel bir şehir olduğu için geziye Glasgow’dan başlamak daha mantıklı olabilir.


Eski Şehir ile Yeni Şehir arasındaki vadideki park


İskoçya’nın başkenti Edinburgh ve Glasgow birbirlerine 45 dakika tren yolculuğu mesafesinde ülkenin en önemli iki şehri. İskoçya gayet düzenli, temiz, güvenli bir ülke, Avrupa ortalamasına göre daha eğlenceli ve daha sosyal bir şehir olduğunu da iddia edebiliriz. Sokaklar, alışveriş imkanları, yeme-içme-eğlence mekanları bilhassa gün içinde oldukça canlı ve bol seçenekli. Bilhassa Glasgow, hem diğer Britanya şehirlerine göre hem de kimi giysi ve gıda ürünlerinde ülkemize göre daha ucuz hizmet veren mağazalarla dolu. İskoçya’da alışveriş için de eğlence için de aradığınızı bulabilirsiniz.

Edinburgh ya da yerel dilde söylenişi ile Edinbıra Ortaçağ’dan kalma tarihi silueti ile sizde hayranlık uyandıracak. Eski Şehir bölümünün bir ucunda bin yıllık Edinbıra Kalesi, diğer ucunda ise Kraliçe’nin İskoçya’ya geldiğinde halen yaşadığı Holyroodhouse Sarayı bulunuyor ve iki tarihi yapıyı birbirine Royal Mile, yani kraliyet yolu bağlıyor. Bu bölge size kuleleri, kiliseleri, belediye ve adalet binaları ve eski konakları ile Harry Potter filmlerini hatırlatacak ama buna çok da şaşırmaya gerek yok, zaten Harry Potter da bu yol üzerinde yer alan bir kafede (Elephant Cafe, kalenin hemen yakınında George Bridge sokağı üzerinde) yazıldı, kitabın ilham kaynağı zaten Edinbıra.


Royal Mile

Edinbıra Kalesini gezmek bir şart "must". Ama sıra çok olabilir, internetten bilet alınabilir. Yaklaşık 2 saatte gezebileceğiniz bir mekan. Pazar günü hariç her gün saat 1'de askerlerin top atışı gösterisi var (One O'Clock). kalenin içinde ve hemen dışında viski tadabileceğiniz mağazalar bulunuyor.

Şehrin diğer yakası ise Yeni Şehir denilen Princess ve George Caddelerinin birbirine paralel şekilde yer aldığı alışveriş caddesi. Mağazalar, restoranlar ile güzel bir yürüyüş yolu.  

Eski Şehir’den Yeni Şehri ve arkasındaki denizi, ardından Yeni Şehir’e geçip oradan Eski Şehrin siluetini izlemek ve hiçbir zaman duymaktan kaçınamayacağız gayda ezgilerini dinlemek sizi mutlu edecek. (Yeni Şehir’den Eski Şehre aradaki vadideki parktan çıkan merdivenlerle ulaşılabilir. Biz Edinbıra’nın tarihi tren istasyonu Waverley’in yanındaki köprüden geçerek Royal Mile caddesine çıkmayı tercih ettik. Daha az yorucuydu.)


Yeni şehir'deki çay evinden Eski Şehri seyretmek


Edinbıra’da iki veya üç gün gezmek, Eski Şehir ile Yeni Şehir’i iyice keşfetmek, belki bir “korku-hayalet turuna” katılıp şehrin tünellerini ve gizli yerlerini gezmek, alışveriş yapmak, İskoçların ulusal kimliklerini sergiledikleri ürünleri tanımak, İskoçya mutfağından tatmak, bolca çay içip sandviç yemek, Edinbıra’nın müzelerini ve yakın çevresindeki tarihi yerleri, bilhassa deniz kıyısını ziyaret etmek Avrupa’nın en güzel şehirlerinden biri olan Edinbıra’dan unutulmaz anılarla ayrılmanıza katkı sunacak. Ama ufak bir uyarı, İskoç kahvaltısı bizim alışkanlıklarımıza pek uymayabilir, kuru fasulyesi, sosisi ile ağır gelebilir. Bir de “black pudding” adlı yemeklerinin ismine lütfen kanmayın, önce bir öğrenin. Çikolatalı tatlı zannedenler bin pişman…

Edinbıra'da ilgimizi çeken bir diğer konu da hayratlar meselesi. Nasıl ki bizde kaybettiğimiz sevdiklerimizin ardından çeşme gibi hayratlar yapılıyorsa Edinbıra'da da şehrin her yerinde belediye tarafından oturma bankları konulmuş. Her bankın üzerinde kimin adına konulduğunu yazan küçük bir plaka var. Siz de yorulduğunuzda oturup dinlenebilir ve küçük bir dua okuyabilirsiniz. 


Glasgow


Glasgow ise aslında sıradan bir şehir. Düzenli, tek düze yapıların yer aldığı, turistik ve tarihi özellikleri daha zayıf bir şehir. Ama yine de kendisine özgü bir havası, canlılığı ve cazibesi var. Üniversite öğrencileri ve yerli halk Glasgow’a özgü bir şehir kültürü oluşturmuş ve bu kültür sizi de hemen içine çekiyor. “Glasgowlu kız alır ama kız vermez” gibi sözler, kırmızı ışıkta karşıya geçmek gibi tanıdık söylem ve davranışlarla da karşılaşabilirsiniz. Şayet gezinizi salt turistik ve tarihi mekanları gezmekle sınırlı tutuyorsanız Glasgow’da aradığınızı bulmanız zor, ama bir toplumu tanımayı da içeriyorsa seyahatiniz, İskoçya’da Glasgow ziyaret edilmesi gereken bir şehir.
Glasgow asıl olarak İskoç toplumunu daha yakından tanımanıza imkan sunacak. Yaya yolu haline gelmiş alışveriş caddelerinde sokak sanatçılarını izleyebilir veya mağazaları gezebilirsiniz. Öğrenciler ve işinde gücünde olan halkın arasında sokaklarda dolaşabilir ve birlikte pub’ta birşeyler içebilir veya restoranda yemek yiyebilirsiniz.


belediye sarayı (city of chamber)


Bu kısa gözlemler dahi size toplumsal yaşam hakkında ilginç veriler sunacaktır. Örneğin Çarşamba günü bir çay evinde çay içip sandviç yerken kafelerde oturanların büyük kısmının dedeler ve büyükannelerle torunları olduğunu fark ettik. Bir masada genç kız erkek arkadaşını dedesine tanıştırırken diğer masada rockçı asi iki kardeş büyükanneleriyle beraber kek yemekteydi. Bir diğer gün ise sokaklarda gezerken babalarla çocuklarına daha fazla rastladık. Bu gibi gözlemlerimiz bize İskoçya’da toplumsal değerlerin ve aile ilişkilerinin muhafaza edilmesine özen gösterildiği ve haftanın belirli günlerinde belirli buluşmaların (Pazar Akşam Yemeği-Sunday Dinner gibi) sosyalleşme ve dayanışma için sürdürüldüğü fikrini verdi.


St. Mungo Katedrali


Şehrin tarihi yapısı olan Katedral ile şehir merkezindeki tarihi Belediye Binasını ziyaret edebilir, ünlü ve ücretsiz müzelerini inceleyebilir, nehir boyunca yürüyüş yapabilir ve Glasgow Green parkındaki Kış Bahçesini ve Halk Sarayı müzesini gezebilirsiniz. Çocukların büyük ilgi gösterdiği müzede Glasgow’da kapitalizmin gelişiminden işçi örgütlenmelerine, kadınların oy haklarından farklı dönemlerde halkın yaşayışına ve dünya savaşlarına kadar şehri ve ülkeyi ilgilendiren konular oldukça güzel anlatılmış.  
  

Çocuk patlaması


İskoçya üzerine bahsetmek istediğimiz bir diğer konu ise tanık olduğumuz çocuk patlaması. Her yer çocuk, İskoçların önemli kısmının saç renginin turuncu olduğunu da hesaba katarsanız çok tatlı, minicik çok sayıda havuç kafanın etrafta koştuğunu göreceksiniz. Özellikle Glasgow’da Kış Bahçesi (Winter Garden) ve Halk Sarayı’nı (People’s Palace) gezerken her kapıdan çıkan küçük çocuklu aileler bizde sanki müze çocuk fabrikasıymış da gelenlere bebek arabasıyla çocuk dağıtıyorlarmış izlenimi verdi.  

Genç ailelerin birçoğunun birden fazla çocuk sahibi olması, çok genç yaşta kadınların hamileliği yaşaması, büyükanneler-anneler ve çocuklarının birlikte zaman geçirmeleri İskoç halkına dair gözlemlerimize ve sosyal devletin önemine dair düşüncelerimize katkı sundu. Tabii işin diğer boyutu ise toplumsal bir sorun olarak çok küçük yaşta cinselliğin yaşanması, çocukların cinsel istismarı ve alkolizm olarak ortaya çıkıyor ve bu sorunlara yönelik çeşitli kampanyalara da şehri gezerken rastlıyoruz.


Ne yedik, nerede kaldık, ne aldık?


Sınırlı bir bütçeyle hareket ettiğimiz için yemek ve otel konularında çok açılamadık. Tatili planlarken 1 pound 3.5 TL üzerinden hesaplamıştık. İskoçya’ya vardığımızda 3.80’i geçmişti. Neyse ki otel parasını hemen girişte ödedik, çünkü ayrılırken 4 TL’yi geçmişti. İnsan gerçekten hayret ediyor bu kadar hızlı fakirleşmesine…

İskoçya’da sokaklarda yürürken çok sayıda çay evi ve sandviççi göreceksiniz. Öğle yemeklerimizi sandviç ve çayla geçirdik. Demlikte güzel İngiliz çayları 1.70-2,5 sterlin arası. Sandviçler de 4-8 sterlin arası. Gayet doyurucu.

Öğleden sonraları genelde yine çay ve kahve yanında pasta-tatlı yemeyi tercih ettik. İskoçların pasta ve tatlı kültürü oldukça geliştiği için çok çeşitli pasta yeme şansına sahipsiniz. Bunlar da genellikle 3-6 sterlin arası değişiyor.

Akşam yemekleri için genelde pizzacıyı tercih ettik. Pizzalar 7-13 sterlin arası. Starter olarak önünde 4-6 sterlinlik bir salata veya deniz ürünü tercih edebilirsiniz. Bira 4-6 sterlin, su 1.5-2 sterlin. Şayet et yemeği yemek isterseniz 15-30 sterlin arasında fiyat değişiyor.

Glasgow’da merkez tren istasyonuna yakın Alexander Thomson otelinde kaldık. Her yere yürüme mesafesindeydi, fiyatı uygundu, tarihi bir binaydı. Kahvaltısı da çeşitliydi. Odaların temizliği ise pek iyi değildi. Ama biz idare ettik. Edinbıra’da ise St. Valery Guest House’da kaldık. Güzel bir sokakta, Haymarket tren istasyonunun yakınlarında, şehir merkezine 15-20 dakika yürüme mesafesinde, tren istasyonundan sürekli tramvayın ve otobüslerin çalıştığı 120 yıllık bir bina. Odamız gayet güzel ve genişti. Kahvaltı ise İskoç Kahvaltısı olduğu için bizi pek tatmin etmedi. Temizlik de yine beklentimizin altındaydı. Ortalama geleceğine 60 pound ödedik.

İskoçya’da alışveriş konusu ayrı bir yazı konusu. Tanınmış İngiliz markalar ve diğer uluslararası markalar açısından bir özgünlük yok. Türkiye ile fiyatlar ya aynı veya daha pahalı. Ama ülkemizde pek bilinmeyen çeşitli giyim mağazalarında çok uygun fiyata kıyafetler alabilirsiniz. Bunu zaten halktan da anlamak mümkün. Yoksul da olsa, emekçi de olsa, hatta sokakta kalan evsiz de olsa kılık kıyafetlerinin belirli bir standartta olduğunu gördük. Bunun sebebi de 5 sterlinden 35 sterline çok güzel kıyafetler alabilmenin mümkün olması. Çantalar, yağmurluklar, ayakkabılar, ceketler, pantolonlar, elbiseler ülkemizden çok daha ucuza, hatta yarı fiyatına elde edilebilir ve kalitesi de gayet iyi.

Dahası bebek-çocuk giysilerinde çok daha çekici fiyatlara sahip. Ülkemizde bebek giysileri tam bir sömürü ve soygun aracı olarak değerlendirilirken devletin vergi desteği sayesinde bebek ve çocuk ürünleri çok ucuz. 1 pounddan 15 pounda kadar çok güzel takımlar alabilirsiniz ve renkleri, kalitesi, çizimleri de gayet güzel.

Öte yandan bazı ürünleri oldukça pahalı. 1 pounda magnet bulmak mümkün değil. 4-5 poundu da bir magnete veya bisküvide vermek haksızlık, hele ki yukarıdaki giysi fiyatları varken. Öte yandan İskoçların geleneksel kıyafetleri olan ve tüm dünyada bilinen ekose ürünler ve atkılar da biraz daha pahalı olmakla beraber alınabilir. Bir atkıyı 8-20 sterline almak mümkün.

---  

İskoçya bize sempatik gelen bir ülkeydi. Kısa bir gezi sayesinde iki önemli şehri görme fırsatını bulduğumuz için de çok mutlu olduk. Ama İskoçya bu iki şehirle de sınırlı değil, daha geniş bir zamanda İskoçya göllerini, yaylalarını, kalelerini ve şatolarını da ziyaret etmek gerekecek. Sıcakkanlı İskoç halkını ve ülkelerini seveceğinizi umuyoruz.



Stockholm: hem gezilecek hem yaşanacak bir şehir

meclisin önündeki parktan şehrin kuzeyi

Bazı şehirler gezilir, görülür ve geri dönülür, bir daha özel bir sebep olmadıkça gidilmez; bazı şehirler ise insanı kendisine bağlar, şehrin ruhu sizle iletişim kurar, sizi içine çeker. Örneğin Roma, Paris veya İstanbul’da bunu hissetmek mümkündür. Bu tür şehirlere son olarak Stockholm’ü de ekledik. Ancak Roma ve Paris’e turistik amaçlarla birçok sefer gidilebilir, lakin Stockholm’e turistik amaçla bir sefer gitmek yeterlidir. İkincisinde yaşamak için Stockholm’e gidilir. Aslında giderken bu Kuzey şehrinden böylesi bir beklentimiz yoktu, bu açıdan bizi şaşırttı.

İsveç’in başkenti Stockholm güzel bir şehir. Şehrin özellikleri diğer Avrupa şehirlerinden farklı değil. Küçük bir tarihi mahalle, farklı lüks kademelerinde alışveriş caddeleri, parklar vb. Ayrıca deniz, göl ve nehirle çevrili olması da şehre ayrı bir güzellik katıyor. Her yerde su var ve siz sık sık köprülerden geçerek bir yerlere varıyorsunuz. Bu açıdan buraya Kuzeyin Venedik’i de deniliyor. Şehri gezerken bazı yerler İsviçre’yi, bazı yerler Viyana’yı, bazı yerler de Brüksel’i andırıyor. Ama bir bütün halinde kendine özgü bir şehir Stockholm.

Gamla Stan

Stockholm’de insanı çeken ruh belki de İsveç’in sahip olduğu genel refah standardından kaynaklanıyor. Toplumun zenginliği, rahatlığı, sosyal devlete olan güven, toplumla devletin sıkı bir iletişim içinde olması insanı etkiliyor ve imrendiriyor. Ancak bunlar tek başına yetmez. İsviçre’de de bu imkanlar sunuluyor ama Stockholm’ün farklı bir havası var. O da bize göre insan faktörü. İsveç halkı gayet sıcakkanlı, yardımsever, içten bir halk. Buna çok farklı yerlerde tanık olmak mümkün. Takside, restoranda, mağazada veya yolda yürürken insanlarla bir şekilde iletişim kurduğunuzda Avrupa ortalamasının üstünde bir ilgi ve yardım alıyorsunuz. İşte bu genel hava sizi de içine çekiyor.

Stockholm kuzeyde olduğu için ziyaret döneminiz önem kazanıyor. Kışın oldukça soğuk ve karanlık bir şehirmiş. Yazın ise güneş neredeyse hiç batmıyor. Biz 18-20 Mayıs tarihlerinde Stockholm’deydik. Güneş sabah 4’e doğru doğuyor ve gece 10 gibi batıyordu. Haziranda yalnızca 1-2 saat güneş ayrılıyormuş. Hava serin. Akşamları 4-5 dereceye düşebiliyor. Gündüzleri ise güneş varken sıcaklıyor, sonra birden soğuyup yağmur yağabiliyor. Çok katlı ve alternatifli giyinmek, şemsiye gibi aksesuarları eksik etmemek gerekir. Havasına güven olmuyor. Bu dönem trençkot için ideal bir zaman, zaten yerli halkın önemli bir kısmı da şık trençkotlarla dolaşıyor.

tekneden şehrin kuzeyi

Stockholm pahalı bir kent. İsveç başlı başına pahalı. Yaşam standartlarının ve yüksek ücretlerin bir sonucu tabii ki. En azından insanlar verdikleri verginin karşılığını çok somut şekilde görebiliyor. Pahalılığı şu şekilde kıyaslayabiliriz: İsviçre veya Belçika’ya nazaran biraz pahalı denilebilir. Almanya ve İtalya’ya göre ise belirgin açıdan pahalı. Yeme-içme alternatifi bulmak mümkün ama otel ücretleri yüksek, yer bulmak da zor. Su üstündeki tekne hosteller dahi pek ucuz değil. İsveç kronunu hesaplarken Euro için 10’a, TL için 3’e bölerek ortalama şekilde hesap yaptık.

Stockholm yeme-içme konusunda gayet iyi hizmet sunuyor. Avrupa ziyaretlerinde Türkiye’den gidenlerin pek şikayetçi olduğu kahvaltı konusunda dahi otellerde sunulan hizmet memnun edici. Şehir içinde çok sayıda irili ufaklı kafeler, pastaneler ve restoranlar yer alıyor. Bu sayede ucuza atıştırmak da mümkün olabilir. Şehirde su musluktan içiliyor ve her kafede içme suyu da veriliyor.

İsveç köftesi

İsveç’in meşhur yemekleri köfte, yaprak sarması ve somon balığı. Köfte ve yaprak sarması 17. yy.da Rusya’ya yenilince Osmanlı’ya sığınan İsveç kralının memleketine döndüğünde tanıttığı yemekler sayesinde meşhur olmuş. Tatları gayet tanıdık. İsveç Köftesini 18. yy.dan bu yana hizmet veren Pelikan adlı restoranda denemenizi tavsiye ederiz. Restoranın tarihi özelliğinin yanı sıra içerisini bizim köftecilere benzetebilirsiniz.

Stockholm yürünerek gezilebilecek bir şehir. Hava güzelse herkes bisikletinde. Sizde bisiklet kiralayıp şehrin keyfini çıkarabilirsiniz. Metrosu ve otobüs sistemi de yoğun. Ayrıca teknelerle de ulaşım yapılabiliyor. Biz hop on/hop off tekne turundan 17 euroya bir günlük bilet aldık, şehrin önemli yapıları ve yerleri deniz kenarında olduğu için tekne ile bir yerden diğerine 5 dakikada varıp gezilecek yeri gördükten sonra tekneye atlayıp geri dönmek kolay.



Stockholm’de taksi de rahatça bulunuyor. Farklı taksi şirketleri var. Stockholm taxi 150000 şirketini tavsiye ediyoruz. Hem daha uygun hem de çalışanlarının toplu iş sözleşmeli olduğu tek taksi şirketiymiş. Bir akşam yemek için gitmek istediğimiz restoranı taksi şoförü karıştırıp bizi yanlış bir restorana bırakınca restoran çalışanlarının yardımıyla şirketi aradık ve yeni gönderilen taksi şoförüne durumu anlattık. O da merkeziyle görüştükten sonra bizi istediğimiz yere ücretsiz götürdü. Bu sırada hem restoran görevlilerinin hem de taksi şoförünün ilgisi ve çabası bizi çok memnun etti. Şehir içinde bir yerden bir yere taksiyle gitmek yaklaşık 18-20 euro civarında tutuyor.

Stockholm haritasını çözmek gayet basit. Şehrin ortasında Gamla Stan-tarihi şehir var. Burası bir yarım ada. Gamla Stan’a göre kuzey, güney, doğu ve batı yakaları var. Her yerden tarihi şehre yürümek kolay. Oradan geçip şehrin öte yakalarına devam edilebilir. Biz Gamla Stan’ın güneyinde Götgatan’da Scanic Malmen otelinde kaldık, memnun olduk. Yürüyerek 5 dakikada tarihi şehre geldik. Ancak şehrin ticari merkezi kuzeyde.

Gamla Stan

Şehirde alışveriş imkanları fazla. H&M bizde en meşhuru olsa da orada orta sınıf yer muamelesi görüyor. Lüks caddelerde bulmak zor, daha orta seviyede ise adım başı bulunabilir. İsveç’te ülkemizde pek duyulmayan lüks İsveç giyim markaları görebilirsiniz. Ayrıca sıkça spor malzemeler ve kıyafetler satan güzel mağazalar var. Spor belli ki önemli. İsveç’te obeziteye pek rastlamadık. Herkes gayet uzun ve fit. Dükkanlarda bu nedenle her ürünün XL’sini bulmak gayet mümkün. Beğendiğimiz bir t-shirt’in L’sini bulamadık mesela. NK alışveriş merkezini de özellikle öneririz.
Stockholm’de her yerde kredi kartı geçiyor. Kredi kartınız doluysa rahatça alışveriş yapabilirsiniz.

İsveç’te Türkiye’den göç eden yoğun bir nüfus var. Hemen tanıyabilirsiniz zaten. İşçi olarak gelenlerin çoğu Konyalı. Mardinliler de yoğun. Ayrıca siyasi mülteciler de oldukça fazla. Türkçe konuşanlara lafın gelişi “Türk müsünüz?” diye sorunca birçok kişiden “Türkiyeliyim” cevabı alınıyor. Kürt ve Süryaniler kendilerini bu şekilde tanımlıyor. İsveç devletinin tüm göçmenlere anadilde eğitim hakkı tanıması ve örgütlenmelerine destek vermesi göçmenlerin kendi kültürlerini, dillerini koruyup geliştirmelerini mümkün kılmış.

Nobel Müzesi

İsveç, Norveç, Danimarka ve Finlandiya dünya genelinde özgün bir modele sahipler. 30’lu yıllara kadar işçi, köylü, burjuvazi sınıf savaşları yaparken ve ülke gayet fakirken, 2. Dünya Savaşı sonrası on yıllarca ülkeyi yöneten sosyal demokrat partiler sayesinde dünyanın en işleyen sosyal devletini oluşturmuşlar. Her mesele ilgili konunu tüm muhataplarının katıldığı müzakerelerin ardından karar altına alınıyor. Ülkede sendikalar da gayet güçlü. Şu anki başbakan da öncesinde metal işçileri sendikasının başkanıymış. Saray ve parlamento çevresinde polis vb görmek de pek mümkün değil. Ancak yine de ırkçı partilerin yükselişi dikkat çekiyor. İsveç’te de ırkçı parti son seçimlerde oyunu % 6’lardan % 14’lere çıkarmış. Bunda göçmen karşıtlığı rol oynuyor.

Stockholm pahalı olduğu için tüm müzelere ücretsiz giriş sağlayan ve ücretsiz ulaşım imkanı sunan Stockholm Card’ın alınması öneriliyor. Stockholm müzeler şehri ve sadece müzelere girmek dahi başlı başına iş. Ancak kart çok ucuz değil. Gitmeden önce plan yapmakta fayda var. Oteliniz şehir merkezindeyse genelde yürüyeceksiniz. Metro ve otobüse gerek kalmayabilir. Biz ilgimizi çeken müzelerin sitelerine girdik, bir eleme yaptık ve birkaç müzeye girilecekse kapıda bilet almak daha ucuza gelebiliyor. Tüm müzeler gezilecekse bu kartın avantajından yararlanılabiliyor.

Kraliyet Sarayı

Gelelim gezilecek yerlere. Gamla Stan, yani tarihi şehir. Çok büyük bir yer değil. Çok sayıda küçük kafe ve mağaza yer alıyor. Dar sokakları ilgi çekici. Şehrin ortasında Kraliyet Sarayı var. Saray dünyanın en büyük sarayıymış. Şapeline ve bazı yerlerine ücretsiz girmek mümkün. Büyük ama bir Fransız sarayı değil. Kraliyet Sarayının arka sokağında Nobel ödüllerinin verildiği Akademiyi göreceksiniz.

Sarayın şapeli
Gamla Stan’ın çevresinde göl ile deniz buluşuyor. Kordon hattında yürüyüş de güneşli zamanlarda gayet keyifli. Sabah saatlerinde çıkarsanız 8.30’a doğru uzun boylu, sarı saçlı, şık İsveçlilerin rahat rahat işlerine gittiklerini görebilirsiniz. Bu arada, unutmamakta fayda var. Müzeler de kafeler de geç açılıyor. 11’den önce McDonalds’tan başka açık yer bulmak mümkün değil. Bazı kafeler de günün belirli saatleri kapalı, örneğin 15-16 arası müşteri kabul etmiyor.

Tiyatro

Gamla Stan’dan kuzeye doğru yürüdüğünüzde şehrin merkezi karşınıza çıkıyor. Stockholm’ün en pahalı ve tarihi oteli Grand Otel ile Ulusal Müzeyi göreceksiniz. Sarayın arka tarafında ise İsveç Meclisi yer alıyor. Meclisin önünde akan nehrin denize karıştığı yerde Ortaçağ Müzesi ve güzel bir park var. Burada balık avlayanları izleyebilirsiniz. Meclisin karşısında ise Opera binası yer alıyor.

Opera binasının arkasından devam ettiğinizde tarihi kapıdan ve köprüden geçip kuzey tarafının uzun ve ünlü alışveriş caddesi Drotninggatan caddesine çıkacaksınız. Uzun bir alışveriş caddesi, mağazalar, restoranlar ilginizi çekebilir. Drotninggatan ile deniz arasında kalan bölgede ise daha lüks mağazalar bulunuyor. Bu bölgeyi adım adım gezmek hoşunuza gidecek. Basit bir harita rahatça yol bulmanızı sağlayacak. Zaten herkes yardımcı de oluyor.

Meclis

Vasa Müzesi de ilgi çekici bir yer. 17. Yy.da dünyanın en büyük gemisi inşa ediliyor, büyük bir törenle yola çıkıyor ama körfezi daha aşmadan batıyor. 1970’li yıllarda gemi çıkarılıyor ve müze haline getiriliyor. Vasa Müzesinde bu gemiyi görebilirsiniz. müzenin arka tarafında ise Skansen açık hava müzesi bulunuyor. Burası hava güzelse bir piknik alanı, hayvanat bahçesi ve İsveç köylerinin canlandırıldığı bir müze.

Stockholm’e THY ve Pegasus uçuyor. Uçaklar aşırı derecede dolu. THY, SAS ile beraber uçtuğu zaten yoğunluk artıyor. Ayrıca İstanbul İsveç’e Ortadoğu ve Afrika’dan gidecekler için de uygun bir transit şehir özelliğinde. Bu nedenle biletler pahalı. Havalimanından şehir merkezine taksiyle 50 euroya ve trenle 25 euroya 20 dakikada veya otobüsle 10 euroya 1 saatte gidebilirsiniz. Grupsanız taksi uygun gelebilir.

Drotninggatan girişi

Stockholm görülmesi gereken bir şehir. Ama soğuğu göze alıyorsanız yaşamak için de gayet çekici bir şehir. Burası sizi geçici değil kalıcı olmaya davet ediyor.


  

Londra: ideal bir küresel şehir

Westminster ve Big Ben

Londra küresel başkentler arasında. Gidilmezse olmaz. Gittiğinizde ise şanslıysanız yağmura denk gelmezsiniz ve bu sayede yürüyerek şehri gezebilirsiniz. Yağsa da yağmasa da büyük bir kalabalık, dünyanın dört bir yanından gelen turistler ve şehir halkı ile şehirde rahatça gezmek zordur. Kaderinize razı olursunuz.

Londra’ya üç havalimanı üzerinden ulaşabilirsiniz. En havalısı Heathrow. Ardından Gatwick ve Luton havalimanları geliyor. En uzak ve küçük olanı Luton, zaten burası ayrı bir şehir. Heathrow’dan merkeze 15-20 dk kısa bir sürede giden Heathrow Express ile biraz fazla para ödeyerek ama zaman kaybetmeden ulaşabilirsiniz. Yine her üç havalimanından da şehir merkezine düzenli tren ve otobüs seferleri var. Bunlar yaklaşık 1 saat sürüyor. Otobüsü tavsiye etmeyiz, çünkü Londra’nın şehir içi trafiğine yakalanabilirsiniz. Ama diğer yandan otobüsle giderken şehre 10-15 dakika mesafede nasıl gettoların oluştuğunu, nasıl farklı hayatların yaşandığını daha net görebilirsiniz. Bir sokağı döndüğünüzde Pakistan ile diğerinde Arabistan ile karşılaşabilirsiniz. Bir arada ama birbirinden de ayrı.

Trenle St Pancras uluslararası tren garına gelirsiniz. Burası şehir merkezindedir ama aynı zamanda diğer metro hatlarına aktarma da yapabilirsiniz. Şayet İngiltere’nin başka bir şehrinden National Express otobüsleriyle Londra’ya gelirseniz otobüs terminali hemen Buckingham Sarayı’nın yanında. Oradan gezinize başlayabilirsiniz.

Otobüs biletleri trene göre daha ucuz ama daha yavaş. Bir de aklınızda olsun, şehir içinde kalacaksanız günlük, haftalık ve aile boyu gibi farklı bilet çeşitlerinden size en uygununu seçmenizde fayda var. Tüm otobüs ve metro hatlarında geçiyor. Şehirler arası yolculuk yapacaksanız tren garından bilet almaya kalktığınızda çok yüksek ücretler ödeyebilirsiniz. Bilhassa hızlı trenlerde, bölgesel trenlerde pek olmuyor, internetten almak çok daha uygun ve farklı öneriler sunuluyor. Örneğin Nottingham’a bileti internetten alınca 90 sterlin yerine 18 sterline almak mümkün olabiliyor. Ayrıca 2 sterlin daha ekleyince gün boyu şehiriçi otobüs kullanma hakkı da elde edilebiliyor.

Londra’da her yere metroyla gitmek mümkün. Karışık bir metro haritası var. Bunu çözerseniz rahat edersiniz. Farklı renklerdeki hatları ve geçiş-kesişim noktalarını iyi görmek gerekir. Metrolar çok sık geldiği için yetişme-koşturma derdiniz de yok.  Dolayısıyla yürüyerek şehri gezebilir ama aynı zamanda yorulduğunuzda veya yağmur yağdığında metroya geçiş yapabilirsiniz. Şehrin gezilmesi gereken turistik noktalarını birbirine bağlayan daire şeklindeki metro hattını büyük ihtimalle daha sık kullanacaksınız.

Londra pahalı bir şehir. İngilizler için de gayet pahalı. Bizim için sterlinin değeri nedeniyle çok daha pahalı. Bunu bilerek bütçe oluşturmakta fayda var. İnternetten öncesinde incelemek bu nedenle de önemli, çünkü hemen her ziyaret edilecek yer için özel indirimleri, ücretsiz günleri vb internet sayfalarından öğrenebilirsiniz.

Londra büyük bir şehir ve çok sayıda alternatif var. Öncesinde inceleyip iyi bir plan yapmak Londra’yı hakkıyla gezmek ve keyif almak için önemli. Yoksa çok yorulabilir, çok koşturabilir, çok para harcayabilir ve tatmin edici bir seyahat yapamamış olabilirsiniz. Londra’da şehri, tarihi yerleri vb gösteren yerlerin yanı sıra özel ilgi alanlarına dönük yerler de var. Mumya müzesi, korku müzesi gibi bir dizi müzeye ilginiz varsa zaman ayırırsınız, yoksa onları rahatlıkla gezebilirsiniz. Odaklanmak önemli.

Londra’ya karakterini veren su yolu Thames Nehri. Şehrin ortasından geçiyor, şehrin iki yakasındaki önemli yerler nehre yakın konumlanmış durumda. Nehir turları var ama bir Paris’teki nehir turu olmadığını bilmek gerekir.


Buckingham Sarayı

Buckingham Sarayından başlarsak genelde sarayın parmaklarından içeriyi seyrediyorsunuz, kamuya açık zamanları kısıtlı veya bana denk gelmedi bir türlü. Sarayın içinin yapısı ile dışı arasında önemli bir farklılık olduğunu belgesellerde görebilirsiniz. Sarayın önünde geniş bir meydan var. Heykel, park ve göller ile güzel bir gezi yolu. Parkın içinden yürüyüp diğer tarafın geçtiğinizde nehir yönünde İngiliz Parlamentosu (Westminister Sarayı) ve Big Ben saat kulesini göreceksiniz. Burası şehrin ana simgesel yapısı. Parlamentoyu önünden, arkasından incelemekte fayda var. Arka tarafında çok sayıda heykelle İngiliz siyasi tarihinin önemli figürleri anılmakta, en belirgini de doğal olarak Churchill’in heykeli.


Trafalgar Meydanı

Buradan yine yürüme mesafesinde Trafalgar Meydanına yürüyebilirsiniz. Bu meydan Londra’nın en önemli meydanı, çok kalabalık, aynı zamanda eylem-miting alanı. Meydanın ortasında aslan heykellerinin koruduğu görkemli bir heykel var. Fransızları yendikleri Trafalgar savaşının anısına dikilmiş. Meydanın etrafında ülkenin en önemli müzeleri var. British Museum’u gezmek zaten bir “must”, olmazsa olmaz. Müzeyi gezerken dikkatle bakmakta fayda var, birçok değerli eser Anadolu’dan çalınmış. Yine National Gallery de yanında yer alıyor.

National Gallery

Londra’da yapılması gereken bir diğer “must” ise London Eye denilen dönmedolaba binmek. Şehrin önemli bir yapısı olan dönmedolap sayesinde tüm Londra’yı kuşbakışı izlemek ve şehir hakkında genel bir fikir sahibi olmak yararlı olacaktır.

London Eye

Nehir kenarında zaman geçirirken masallardan çıkıp gelmiş gibi duran Tower Bridge adlı köprüyü de ziyaret edebilirsiniz. Yine şehrin ana katedrali St. Paul Katedrali de görülmesi gereken yerler arasında. Bunların hepsi yürüme mesafesinde ama sizi yorabilir, atlayıp metroya 1 durak sonra inilebilir, size kalmış.


Tower Bridge

Alışveriş caddesi ise meşhur Oxford Caddesi. Klasik bir alışveriş caddesi. Şayet ucuz elbise almak istiyorsanız her yerde rahatlıkla bulabileceğiniz Primark mağazalarına girebilirsiniz. Ucuz ve güzel kıyafetler, bir kısmı Türkiye’den dahi ucuz. 3-5 sterline magnet, bisküvi almak yerine buradan aynı fiyata hediyelik elbise alabilirsiniz.


Marks'ın mezarı

Londra’nın parkları de meşhurdur, dinlenmek için fırsat bulup ziyaret edilebilir. En meşhuru Hyde Park’tır. Gelmişken Karl Marx’ın mezarını da ziyaret edip dua etmek isterseniz Highgate Mezarlığına gitmeniz gerekir. Metrodan sonra bir süre yürümeniz gerekir ama zaten herkes size yol gösterecektir. Mezarlığın içinde de Marx’ı bulmak gayet kolay zaten ana yol üzerinde büst heykeli ile sizi bekliyor.

Londra’ya gelmişken yakın çevresini de gezmek isterseniz Windsor Kalesi’ni tavsiye ederiz. Windsor Kalesi halen kraliyetin kullandığı bir kale. Şehrin dışında. Turlarla gidebilirsiniz ama kendiniz trene atlayıp daha ucuza da ziyaret edebilirsiniz. Burada kalenin içindeki sarayı gezebilirsiniz ve ardından kalenin kapladığı alan dahilindeki dar sokaklarda yürüyebilirsiniz. Birleşik Krallık ve hanedanlık geleneği konusunda önemli gözlemlerde bulunabilirsiniz.


Windsor Kalesi

Londra yakınlarındaki bir diğer yer de Greenwich olabilir. Küçük ve güzel bir İngiliz kasabası. Boylamların ve saatlerin derecelendirmesinde 0 noktası burasıdır.

Biraz daha uzağa gitmek isterseniz 1 saatlik tren yolculuğu ile Canterbury’e gidebilirsiniz. Burasıyla ilgili ayrıntılı yazımına sitemizden ulaşabilirsiniz. ( http://seyyahpusulasi.blogspot.com.tr/2015/04/canterbury-yesil-zengin-sk.html )

Londra görülmesi gereken şehirler arasında. Avrupa’da ama kendine has bir karakteri, mantığı var. 2-3 gün kalıp oradan oraya koşturmak yerine daha sakin bir geziyi hak ediyor. hem sokaklarında yürümek, hem yakın çevresini görmek, hem müzelerini hakkıyla gezmek hem güzel restoranlar bulup yemek yemek hem de parklarında dinlenmek için kendinizi 2-3 güne sıkıştırmayın. 



Viyana: Güzellik ve zarafet



Viyana sadece Avrupa’nın değil dünyanın en güzel şehirlerinden biri. Şık, güzel, zarif. Sanat dolu. Batı Avrupa ile Orta Avrupa arasında konumlanmış, insanı mutlu eden bir şehir.  Viyana’ya gidilmişse bir konser izlenmeli; kahvesi, pastası, Şinitzeli tadılmalı…

Viyana’nın her mevsimi güzel ama kış mevsimi, özellikle de Noel dönemi ayrı bir güzel. Sokaklara kurulan stantlar, süslemeler, bir de kar yağdıysa Viyana bir ayrı güzel.




Viyana’ya özel bir zaman ayrılmalı, şehre ihtimam gösterilmeli. Viyana, Orta Avrupa’da gezilecek 3-4 şehirden biri olarak değerlendirilmemeli. Viyana ayrıca ve özel olarak gezilmeli. Viyana yaşandıktan sonra zaman varsa veya ayrı bir turla yakın çevresindeki Prag, Budapeşte, Lübliana ziyaret edilebilir. Veya illa ülkeler arası gezmeye, her yeri bir anda tüketmeye, bir anda görmüş olmak için gitmeye gerek de yok. Avusturya da başlı başına keşfedilmesi gereken bir ülke.

Avusturya Avrupa’nın günümüzdeki en zengin ülkeleri arasında. Krizden en az etkilenen, işsizlik oranı en az olan, güçlü bir sosyal devletin olduğu, yaşam kalitesini yüksek olduğu bir ülke. Yaşam kalitesi belki İsviçre düzeyinde değil, İsviçre’ye yakın ama sosyal yaşam, sanatsal faaliyetler açısından İsviçre’den çok daha üst seviyede. Avusturya sosyal ve kültürel seviye açısından Avrupa genelinde en yukarıda yerini koruyor.


Viyana Ovası (Tuna Kulesi'nden)

Avusturya’nın ve Viyana’nın tarihini biraz bilmek şehri gezerken şehri daha iyi hissetmenizi sağlayacaktır. Elbette burada tarih dersine geçmeyeceğiz. Ama Habsburg Hanedanlığı, Avusturya İmparatorluğu, ardından Macar isyanı sonrasında oluşan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Alman Birliği Bismarck’ın Prusyası önderliğinde kurulurken Avusturya’nın dışlanması, Avusturya’nın Balkanlar ve İtalya ile yakın ilişkisi ve bir Germen toplumunun Macar, İtalyan, Balkan ve Slav kültürleriyle olan karşılıklı iletişiminin sonuçları, dünya savaşları, sınıf savaşları, Nazi istilası ve 2. Dünya Savaşı sonrası kurulan sosyal refah sistemi yüzyılların birikiminin ve sentezinin güzel ve özgün bir ürünü. Bugüne kadar başarıyla işleyen sistemde herhangi bir konuda ilgili olan tüm sosyal tarafları temsil eden güçlü örgütlenmelerin devletle beraber oturup anlaşmasına dayalı işleyen sistem mevcut refahın ve zenginliğin bölüşümünü sağlıyor. Bunları bilmek size Avusturya’nın 19. Yüzyıldaki meşhur muhafazakar başbakanı Maternich’in meşhur “Doğu işte burada Landstrasse’de başlıyor” sözünü anlamanızı sağlayacaktır.




Tabii Avusturyalılar belki de bu edinilen tarihsel birikim ve refah nedeniyle dışa daha kapalı. Göçmenlerin sosyal statülerini yükseltme imkanları çok az ve zor. Eğitim düzeyi oldukça önemli. Bu genel özelliklere ek olarak Viyanalılara veya Viyanalı kimliğine özgü bir söylentiyi de bilmekte fayda var. Deniliyor ki Viyana uzun yıllar imparatorluğun başkenti olduğu için güçlü bir bürokrasiye sahip ve Viyanalılar bir şekilde kraliyetle ilişki içinde. Bu durum onlarda klasik bürokrasilere özgü bir karakter geliştirmiş. Buna göre Viyanalı sizle doğrudan tartışmaz, size “hayır” demez, “tamam, hallederiz” der ama yapmaz. Veya Viyanalı yüzünüze güler, kibar davranır ama arkanızdan konuşur. Hatta Viyanalılara özgü “yayn” diye okunan bir söz vardır, evet anlamında “ja” ile hayır anlamında “nein”ın karışımı, yani ne evet ne hayır. Yani öyle diyorlar. Kişisel deneyimim en azından tanıdığım Avusturyalıların sözlerini tutmadığına tanıklık edebilir.




Viyana Tuna Nehri şehirleri arasında sayılır ancak nehrin Viyana’da bir Budapeşte veya Prag kadar merkezi bir önemi yoktur. Şehrin tam merkezinden geçmez. Şehir nehrin kenarındadır. Hatta biraz uzaktır. Bizim kaldığımız otellerden biri nehre yakın olduğu için her sabah kıyısında yürüyüş yapma imkanımız oldu. Nehrin ortasında geniş bir ada insan eliyle oluşturulmuş. Bu hem nehri iki yönlü nehir trafiğine açmış hem de halka dinlenme ve piknik alanı sunmuş.



Nehrin kenarındaki Tuna Kulesine (Donauturm) çıkıp şehri yukarıdan seyredebilirsiniz. Burası şehrin en yüksek binası. Kulenin 360 derece dönen tepesinde güzel bir restoran da yer alıyor.
Viyana Türkiyeli nüfusun yoğun yaşadığı bir şehir. Zaten ülkenin nüfusu 8 milyon ve Türkiyeli nüfusu 250 binden fazla. Birçok Türk restoranına veya kafelerde, taksilerde çalışan Türkiyeliye rastlayabilirsiniz.

Viyana’nın tarihi şehir merkezini kısa sürede gezmek mümkün. Alışveriş caddesi, Katedral, Saray, Devlet Operası, İspanyol Binicilik Okulu, Meclis, Belediye ve çeşitli müzeler iç içe. Şinitzel yiyip melange kahvesinden içmek için bolca zamanınız olursa daha keyifli olur. Bilhassa Demel Pastanesi çok meşhurdur. Ancak burası genellikle saat 5’de kapandığı için geç gelirseniz içeri almayabilirler. Biz 4.30’da rica ederek oturduk ve hızlıca pastaların tadına bakabildik. Burası doğrudan Saraya hizmet eden bir pastane. Şayet döner, kebap canınız çekerse de yine tarihi merkezde Lale Restoran’ı tavsiye ederiz. Hem lezzetli hem de restoranın yeri Viyana Kuşatmasında Osmanlı ordusunun konakladığı en ileri mevzinin hemen yanında. Yine özellikle balık yemek ve Avusturya peynirleri satın almak istiyorsanız Naschmarkt’e gitmelisiniz. Bizim balık yediğimiz yerin sahibi Yunanlıydı ve yemekler çok lezzetliydi.


Schönbrunn Sarayı


Bu bölgeyi geniş bir zamanda keşfetmek, müzeleri ziyaret etmek, tarihi binaları seyretmek, katedrale girmek ve cadde cadde dolaşmak gerekir. Bugün Cumhurbaşkanı’nın kullandığı saray da şehir merkezinde ve çok büyük olmasa da güzelliğiyle, zarifliğiyle ülkenin itibarını gayet iyi yansıtıyor. Zaten cumhurbaşkanını, başbakanı veya bakanları yollarda rahatça görmeniz mümkün. Bisikletle, afra tafra yapmadan yanınızdan geçebilirler ve ayaküstü sohbet etme fırsatını da yakalayabilirsiniz.
Ancak tarihi merkezin dışında özellikle tavsiye edeceğimiz yer Schönbrunn Sarayı. Hanedanın kışlık sarayı. Şehir merkezine yakın, metroyla gitmek mümkün. Oldukça geniş bir alan, güzel bir park, çok güzel bir saray. Sarayın arkasında geniş bir bahçe, tepede güzel Zafer Takı, çok sayıda zarif heykel. Noel de yakınsa sıcak bir şarap alıp sarayı ve bahçesini gezmek size iyi gelecek.


Schönbrunn Sarayı - arka bahçe


Bahçede çok sayıda sincap da geziyor ve insanlarla da sıkı dost, davet edenlerin ellerinden yemek yiyorlar. Bizi gezdiren arkadaşımız Türkiyeliler çağırdıkları sincaplara şiddet uyguladığı için artık sincapların esmerlere gitmediğini söyleyince şaşırdık ve gerçekten de diğerlerinin elinden yemek yiyen sincaplar bizim davetimize uymadıkları gibi etrafımızda geniş bir daire çizip uzaklaştılar.  

Viyana sizi kendisine bağlayacak. ama siz de ona zaman ayırın, bir anda tüketmeyin…


   

   

Hong Kong: İnsanın doyumsuzluğunu gösteren bir şehir


Victoria Zirvesi'nden Hong Kong

Çin’in güneyinde Çin Halk Cumhuriyeti’ne bağlı özerk bir bölge olan Hong Kong turizmden öte ticaret şehri olarak ön plana çıkıyor. 1997 yılına kadar 100 yıl süresince İngiliz sömürgesi olduğu içinse geleneksel Çin toplumundan daha farklı bir sosyo-kültürel yapı oluşmuş.




Çin devleti de Hong Kong’taki sisteme doğrudan müdahale etmemeyi vaat ettiği için kendine özgü bir yönetim ortaya çıkmış. Çin’in atadığı bir vali yönetmesine karşın klasik batılı bir kapitalist merkez karşınıza çıkıyor. Bununla beraber Çin içinde faaliyet yürütemeyen çok sayıda STK ve bağımsız sendika da Hong Kong’ta halen faaliyetlerini sürdürebiliyor.

Hong Kong havalimanı gayet büyük. Uçaktan indiğinizde metroya binip havalimanı içinde yolculuk yapıyorsunuz. Bizim ekibimiz biraz kalabalık olduğu için ve lavaboda, çevrede biraz oyalandığımız için bavul toplama alanına gittiğimizde bavulların çoktan dağıtıldığını ve geride kalan bavullarımızı polislerin kontrol ettiğini fark ettik.



Havalimanından şehir merkezine otobüsle giderken adaları birbirine bağlayan büyük köprülerden geçiyorsunuz. Şehir merkezine doğru her tarafta oldukça yüksek katlı, 90-100 belki de daha fazla katlı çirkin gökdelenler görüyorsunuz. Hong Kong’ta küçük bir alanda yoğun bir nüfusu topladığı için her tarafta oldukça yüksek binalarla karşılaşıyorsunuz, betondan bir deniz. Bu açıdan ilgi çekici ama estetik veya güzel değil. Bizde bu büyüklükte gökdelenler büyük şirketlerin merkezleri olduğu için görüntüsü hoş olmasa da bir zenginliği, ihtişamı yansıtıyor. Hong Kong’ta ise gökdelenler genellikle halkın yaşadığı gecekondu tarzı evler. Çirkin, bakımsız. Dahası bir kısmı tepelerde sanki uçurumlardan düşecekmiş gibi inşa edilmiş, korkutucu bir görünümü var.




Hong Kong aslında sadece bu özelliği ile değil başka bir özelliği ile de ülkemizin yöneticilerinin hayranlık duyacağı, bayılacağı bir şehir: her taraf AVM. Şehir merkezinde AVM’lerden geçilmiyor, hatta AVM’lerden tünellerle yeraltı örülmüş. Hiç dışarıya çıkmadan, bir AVM’den diğerine geçerek şehir içinde yürüyebiliyorsunuz. Tabii evrensel bir olgu olduğu için AVM’lerde size yabancı hiçbir şey var, markalar dahi aynı. Şayet dışarısı çok sıcaksa AVM’lerde zaman geçirmek veya AVM’lerden geçerek hedeflenen yere varmak mantıklı gelebilir.

Şehir merkezinde yürürken yolun iki tarafında da oldukça yüksek gökdelenler olduğu için trafikteki arabaların egzoz dumanları da dağılamıyor ve bir kütle olarak sizi sarabiliyor. Bundan kurtulmak için de AVM içlerini tercih edebilirsiniz.





Biz Hong Kong’ta 4 gün Hıristiyan bir kuruluş olan YMCA’in kampında kaldık. Küçük bungalov evlerle, yeşil bir alanda, oldukça temel ihtiyaçları karşılayan, konferans vb etkinliklerin düzenlenebileceği bir işletme. 2 gün ise şehir merkezinde bir otelde kaldık. Hong Kong’ta birçok otel bahsini ettiğimiz gökdelenlerin belirli katlarında yer alıyor. Örneğin 3. ve 4. katlar. Otelin bulunduğu katlar görece temiz sayılsa da bir alt veya üst kata çıkarsanız çok pis ve bakımsız olduğunu görebilirsiniz.

Tabii Çin yemekleri ve damak tadı farklı. Restoranların veya kasapların vitrinleri yereldekilere lezzetli ve çekici gelse de bu bizim için pek geçerli değil. Ama Hong Kong Batı’ya özenen bir şehir olduğu için çok sayıda Batılı yemek yapan lokanta var. Döner kebap bulmak da mümkün. Ayrıca fast food zincirleri de her yerde.




Hong Kong’ta yolda yürürken Türkiye’den gelen çok sayıda insanla karşılaşmak mümkün. Gelenlerin çoğu işadamı, yolda geçerken biraz laflamak ilginç olabiliyor.

Hong Kong’ta merkezde dolaşırken bazı ara sokaklarda daha geleneksel ürünler satan, yerlilere yönelik ufak pazarlar, stantlar var. Buraları gördüğünüzde gezerseniz farklı bir coğrafyada, farklı bir medeniyette olduğunuzu daha fazla hissedebilirsiniz. Ufak hediyelik eşyalar alabilirsiniz. Hatta bolca Mao döneminden, Kültür Devrimi döneminden anı eşyalar da bulabilirsiniz, örneğin Mao’nun arkasında mutlu mesut geleceğe yürüyen işçi, köylü, kadın, erkek resimli bir çalar saat veya Kızıl Muhafızların taktığı yıldızlı bir şapka veya çanta ilginizi çekebilir.



Şehir merkezinde en dikkat çekici yer Okyanus Caddesi veya Yıldızlar Caddesi denilen kordon bölgesi. Deniz kenarında yürüyüş yapabilir, bolca fotoğraf çekebilirsiniz. Araç trafiğine kapalı olan bu yol üzerinde birçok film starının ayak veya el izleri de betona çıkarılmış. Ayrıca Bruce Lee’nin heykeli önünde poz verebilirsiniz. Yine geceleri ışıklandırma nedeniyle ilgi çekici bir manzara ortaya çıkabiliyor.




Buradan vapura atlayıp karşı kıyıya da geçebilirsiniz. İstanbul’daki gibi düzenli, kısa vapur seferleri oluyor, ilginizi çekebilir ama deniz pek temiz değil, bulanık.




Hong Kong’taki belki de en önemli turistik destinasyon Victoria Tepesi. Şehir merkezinden kalkan otobüslerle görece uzun bir yolculukla şehrin en yüksek noktalarından biri olan bu tepeye çıkabilirsiniz. Buradan tüm şehir ayaklarınızın altında, 360 derece seyredebilirsiniz. Küçük bir bölgede yeşille deniz bir arada olduğu için doğal bir güzellik oluştursa da şehrin geri kalanı beton yığını. Yüksek, havadar bir noktadan şehri seyretmek size iyi gelecek. Biraz pahalı olsa da burada da çok sayıda turistik eşya satan dükkan var. Müslüman dükkan sahipleri din kardeşliği şerefine özel indirimler yapabiliyor, bilginize.   





Çin’i anlamak için Hong Kong’a gitmek yeterli olmaz. Burası ayrı bir sentez. Ama fırsat olursa Hong Kong da görülüp ders çıkartılacak bir şehir.